30 Nisan 2014 Çarşamba

Tasavvuf 1-13 ünitelerinin özeti.

TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
1
TASAVVUF
ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
 İslâmî ilimler içerisinde Tasavvufun kendine özgü bir mahiyetinin bulunması
hâl ilmi olmasından kaynaklanmaktadır.
 Klasikler eserler: Tasavvuf ilmini izah eden, bu ilmin esaslarını ortaya koymayı amaçlayan, başka bir ifadeyle tasavvufu disipline eden eserlerdir.
 Tabakât türü eserler: Tasavvufu temsil konumunda olan şahsiyetlerin biyografi ve sözlerini konu edinen eserlerdir.
1.1.1. TASAVVUFUN KAYNAK ESERLERİ (KLASİKLER)
 Tasavvufun ilk kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünnetidir.
 Tasavvuf ilmine dair kaleme alınmış olan ilk müstakil eserler, Kitabü’z-Zühd’lerdir.
 Kitabü’z-Zühd’ler, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiînin şu konulara dair sözlerini amellerini içerir:
tevbe, takvâ, vera’, havf, recâ, tevekkül, rıza ve sabır
KİTABÜ’Z-ZÜHD VE’R-REKÂİK: ABDULLAH B. MÜBAREK
 Kitabü’z-Zühd’lerin bu tür içerisinde ilk ve en meşhur olanı;
Abdullah b. Mübarek’in (ö. 181/797) Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eseridir.
Bu eserde; Abdullah b. Mübarek, tasavvufun temel kavramlarından
tevbe, ibadet, hüzün, zikir, huşu, ihlas, tefekkür, havf, haya, rıza ve fakr hakkında Hz. Peygamber’den, sahabe ve tabiînden nakillerde bulunur.
 Tasavvuf ilmine dair eserler esas olarak hicrî 3. asırdan itibaren kaleme alınmaya başlanmıştır.
 Bu eserlerin genel olarak ortak noktaları;
 Kendi dönemlerinde sufî kisvesi altında gerçekte tasavvufun özüyle bağdaşmayan düşünce ve uygulamalardan duyulan rahatsızlık,
 Buna karşın tasavvufun esaslarının bu ilmin inceliklerine vâkıf olanlardan verilen örneklerle ortaya konulması amacıyla telif edilmiş olmalarıdır.
 Bu manada kaleme alınan ve tabiri caizse “kurucu metinler” olarak adlandırabileceğimiz temel eserler şunlardır:
1. ER-Rİ’ÂYE Lİ HUKÛKİLLAH:
 Eserin sahibi: Hâris b. Esed el-Muhâsibî
 İslam’da tasavvufî yaşantıyı ilk sistemleştiren eserdir.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
2
 er-Riâye, amelî tasavvufun “ilim” olarak temellerini atan ve kendisinden sonrakilere kaynaklık eden eserdir.
 Gazali’nin (ö. 505/1111) İhyâ’sına model olan bir eser olarak görülür.
 Muhâsibî, bir ahlâk ve tasavvuf felsefesi ortaya koymakta ve riyâ üzerinde durmaktadır.
2. HATMÜ’L-EVLİYÂ:
 Eserin sahibi: Hakîm Tirmizî
 Tasavvuf felsefesinin ilk kaynaklarından sayılır.
 Özellikle Helenistik felsefe ve gnostik düşüncenin tesirlerinin görüldüğü müellif, bu nedenle “Hakîm” ismiyle anılmıştır.
 Bu eserinde Hakîm Tirmizî velâyet konusunda orijinal görüşler dile getirmiş, bu görüşleriyle Muhyiddin b. Arabî’yi (ö. 638/1240) etkilemiştir.
3. EL-LUMA’ Fİ’T-TASAVVUF:
 Eserin sahibi: Ebu Nasr es-Serrâc
 Bu eser, tasavvuf ilminin kaynakları ve ortaya çıkışı hakkında bilgi verir.
 Tasavvuf kavramlarını ayrıntısıyla ele alan ilk eserdir.
 Serrac bu eserinin bir bölümünde “sufi geçinenlerin yanlışları” (Galatâtu’s-Sûfiyye) adlı bir bahis açarak yapılan bazı yanlışlara değinir.
4. KÛTÜ’L-KULÛB:
 Eserin sahibi: Ebû Tâlib el-Mekkî
 Gazalî’nin yararlandığı kaynaklardan biri olan bir eser dir.
 zikir, Kur’an okumanın âdâbı, muhasebe-i nefs, sabır, rızâ, havf, zühd, tevekkül gibi tasavvufî haller ve makamlar ile ibadetlerden oluşan konularıyla İhyâ’nın da bir nevi muhtasarı olarak görülür.
 Burada tasavvufî meseleler ayet ve hadislere dayanılarak izah edilir.
 Müellif selefî akideye sahip olduğu için bid’atlara karşı şiddetli eleştirilerde bulunur.
 Ebû Tâlib el-Mekkî, o dönemde görülmeye başlanan tasavvuf ve şeriat mücadelesinde uzlaştırıcı olmaya çalışanlardan birisidir.
5. ET-TAARRUF Lİ MEZHEBİ EHLİ’T-TASAVVUF:
 Eserin sahibi: Ebu Bekir el-Kelâbâzî
 Bu eserde itikadi konular tasavvufî bakış açısıyla ele alınmakta ve sufilerin itikadî görüşlerine yer verilmektedir.
 Kelâbâzî, eserinde ibâhiyeci bir tutum takınanları eleştirerek gerçek sufileri övmekte ve tasavvuf adı altında bazı yanlışlar yapıldığına dikkat çekmektedir.
 Kelâbâzî, Taarruf’u kaleme almasının nedenini açıkladığı yazısında; gerçek anlamda tasavvufun ehl-i sünnet sınırları içerisinde olduğunu ortaya koymaya gayret etmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
3
6. ER-RİSÂLE:
 Eserin sahibi: Ebü’l-Kâsım Abdülkerim b. Hevâzin el-Kuşeyrî’dir
 Otuza yakın eseri bulunan Kuşeyrî’nin Risâle’si, tasavvuf ilminde en fazla şöhret bulan eserlerin başında gelir.
 Bu eserde Şeriat-tasavvuf dengesi azamî ölçüde gözetilmeye gayret edilmiştir.
 Tasavvufun ehl-i sünnet düşüncesine uygunluğu ortaya konularak sufi terminolojinin temel kavramlarına açıklık getirilmektedir.
 Eserde 83 kadar sufinin hal tercümesine yer verilmiştir.
 Burada müellifin amacı, sufilerin biyografileri hakkında malumat vermekten ziyade, bu şahsiyetlerin hal ve tavırlarıyla örnek kişiler olduklarını ortaya koymaktır.
7. KEŞFÜ’L-MAHCÛB:
 Eserin sahibi: Ali b. Osman el-Cüllâbî el-Hücvîrî’dir
 Tasavvufa dair Fars dilinde yazılan en eski eser niteliğindedir.
 Eserde ilim, fakr, tasavvuf, kıyafet ve melamet hakkında yapılan açıklamalardan sonra sahabe, tabiîn ve sufilerden toplam 114 biyografiye yer verilmiştir.
 Ardından o döneme kadar teşekkül etmiş 12 tasavvuf yolundan ve bu yolların temel hususiyetlerinden bahsedilir ki bu tasnif ilk defa Hücvîrî tarafından yapılmıştır.
 Bu eser de İbadetlere dair açıklamalarda bulunulmuş ve bu ibadetlerin hikmetlerine de işaret edilmiştir.
 Ehl-i sünnet dışı akımlara sert bir tavır sergilenmiş olması Keşfü’l-Mahcûb’un özelliklerindendir.
8. MENÂZİLÜ’S-SÂİRÎN:
 Eserin sahibi: Abdullah b. Muhammed el-Ensârî el-Herevî’dir
 Herevî bu eserinde tasavvufî makamları ele alır.
 Bir makamı ele alırken de bu ıstılahları mutlaka bir ayete dayandırarak tanımlar ve bu makamın derecelerini sıralar.
 Menâzilü’s-Sâirîn, 10 bölümden oluşur.Toplam 100 makam bulunur.
 Tasavvufî makamlarla ilgili ilk müstakil eser dir.
9. İHYÂU ULUMİ’D-DÎN:
 Eserin sahibi: Hüccetü’l-İslam Ebu Hâmid Muhammed el-Gazzâlî
 Tasavvuf tarihinde en çok okunan ve tanınan eserlerin başında gelir.
 Gazzalî’nin bu eseri yazmadaki amacı:
İslamî inançları diriltmek ve tasavvufî düşünceyi sağlıklı bir zemine çekmektir.
 Dört ciltten oluşan eserin;
birinci kısmı : İbâdât (ilim, akaid, ibadetler);
ikinci kısmı : Muâmelât (ahlak ve âdâb);
üçüncü kısmı : Mühlikât (kalbî hayatı öldüren hastalıklar)
dördüncü kısmı : Münciyât (tasavvufî hal ve makamlar) ile ilgilidir.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
4
10. AVÂRİFÜ’L-MAÂRİF:
 Eserin sahibi: Ebu Hafs Ömer Sühreverdî’dir (ö. 632/1234).
 Tarikat dönemi tasavvufunun kaynaklarından olan eserdir.
 Daha önce zikredilen eserlerden farkı tekke âdâbına ilişkin bilgiler verilmesidir.
 Müellif, eseri Hz. Peygamber’in yaşına teberrüken 63 bölüm olarak tanzim etmiştir.
 Müellif,ele aldığı konuları Kur’an ve Sünnetten örneklerle desteklemeye özen göstermiştir.
11. EL-FUTÛHÂTÜ’L-MEKKİYYE
 Eserin sahibi: Muhyiddin b. Arabî (ö. 638/1240)
 Tasavvufî tefekkürün en önemli temsilcisidir.
 İbn Arabî Sevenleri tarafından “Şeyhü’l-Ekber” olarak nitelendirilmiştir.
 Futûhât’ı Mekke’de yazmaya başlamışsa da ne zaman tamamladığı tam olarak bilinmemektedir.
 Eserin giriş kısmında müellif, Kudüs ve Medine’yi ziyaret ettikten sonra Kabe’de bulunduğu sürede kendisine gelen ilham ve feyzleri bir araya topladığını belirtmektedir.
 Futûhât’ta yer alan konular arasında mantıkî bir bağ kurmak çoğu defa zordur.
 Sufilerin varlık ve bilgi nazariyesi, kozmoloji ve metafizik anlayışlarının yanısıra nübüvvet, risalet, velâyet gibi hem zahiri hem de batınî yönü olan birçok konu hakkında özgün bilgiler verilmektedir.
 Toplam 560 bab dan oluşan eserde son derece ağdalı ve çetrefilli bir dil kullanılmıştır.
12. FUSÛSÜ’L-HİKEM:
 Eserin sahibi: Muhyiddin b. Arabî
 İbn Arabî’nin tartışılan bir diğer eseri de Fusûsu’l-Hikem adlı küçük kitabıdır.
 Eserin giriş kısmında müellif, Fusûs’un, rüyasında Hz. Peygamber tarafından kendisine verildiğini ve aynen tarif edildiği şekilde yazdığını belirtir.
 Eser, dilinin ağırlığından ve gördüğü ilgiden dolayı İslamî literatürde hakkında en çok şerh yazılan metinler arasında gelir.
 Müellif, kitabını 27 bölüme (Fass) ayırmış, her bölüme bir peygamberin adını vermiştir.
 Hz. Muhammed’e tahsis ettiği Fass’ta, bütün hikmetleri şahsında cem’ etmesi itibarıyla O’nun, varlığın özü olduğunu savunur.
 İbn Arabî’nin diğer eserlerinde dağınık halde dile getirilen vahdet-i vücûd öğretisi bu eserde daha derli toplu bir tarzda ortaya konulmuştur.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
5
13. MESNEVÎ:
 Eserin sahibi: Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 672/1273)
 Bu eserin asıl adı “Mesnevî-i Manevî”dir.
 Tamamı 6 cilt ve 25618 beyitten meydana gelmiş olup Farsça ve manzum bir şekilde kaleme alınmıştır.
 Eserin ilk 18 beytini bizzat kendisi yazan Mevlânâ, kalan kısımlarını halifesi Hüsameddin Çelebi’ye söylemek suretiyle yazdırmıştır.
 Abdurrahman-ı Câmî'nin Mevlânâ için söylediği, "Peygamber değil fakat kitabı vardır" sözü Mesnevi’nin tesirini göstermesi bakımından mühimdir.
 Tasavvufun bütün konularını didaktik bir üslûpla ele alan eser zengin bir şerh geleneğine de zemin hazırlamıştır.
14. EL-HİKEMÜ’L-ATÂİYYE:
 Eserin sahibi: İbn Ataullah el-İskenderî’dir
 Eser 264 hikmetten oluşmaktadır.
 Bu kitap bir tefekkür ve ahlak kitabı olarak görülür ve okutulur.
 Hikem’in asıl konusu tevhiddir.
 İman, ibadet ve tasavvufî ahlak üzerinde durulmuş ve kâmil insan olmanın yolları gösterilmiştir.
 Eserde son derece güçlü bir üslubun kullanılması nedeniyle, daha sonraki dönemlerde sufiler arasında “Namazda Kuran’dan başka bir kitap okumak caiz olsaydı, bu el- Hikem olurdu” sözü yaygınlık kazanmıştır.
 Eserin çok kısa ve özlü cümlelerle yazılmış olması, üzerinde çok sayıda şerh yapılmasına neden olmuştur.
15. EL-İNSANÜ’L-KÂMİL:
 Eserin sahibi: Abdülkerim el-Cîlî
 Eser, insan-ı kâmil düşüncesi merkezinde kaleme alınmıştır.
 Bir Mukaddime ve 63 babdan oluşur.
 Eserin başında Müellif, kitapta belirttiği her görüşün ayet ve hadislerle desteklendiğini ifade eder.
 Eserde İbn Arabî’nin etkisi oldukça açık bir şekilde görülmektedir.
16. MEKTÛBÂT:
 Eserin sahibi: İmam-ı Rabbânî’nin (ö. 1035/1625) mektuplarından oluşmaktadır.
 Bu eserde birçok tasavvufî terime yer verilmekdir.
 O dönemde Hindistan’da Ekber Şah ve taraftarlarınca oluşturulmaya çalışılan eklektik din anlayışına karşı konulmaktadır.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
6
1.1.2. TASAVVUF TARİHİNİN KAYNAKLARI
 İslam Tarihinde tabakât formunda yazılan ilk eser;
Vâkidî’nin (ö. 207/823)’nin Kitabü’t-Tabakât’ıdır.
 Arkasından talebesi İbn Sa’d (ö. 230/845), hocasının bu eserini genişleterek meşhur Tabakât’ını yazmıştır.
 Tasavvuf Tarihi ile ilgili olarak ise elimizde bulunan en eski kaynak;
Ebu Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) Tabakâtu’s-Sûfiyye’sidir.
 Bu eserinde Sülemî, sufileri 5 tabakaya ayırmış, ilk dört tabaka 20’şer, son tabaka 23 olmak
üzere toplam 103 sufinin biyografisine yer vermiştir.
 Sülemî bu eserinde sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiînden sonra ortaya çıkan sufilere yer vermiştir.
 Tasavvuf tarihinin diğer kaynakları ise şunlardır:
1. HİLYETÜ’L-EVLİYÂ VE TABAKÂTÜ’L-ASFİYÂ:
 Eserin sahibi: Ebu Nuaym Isfahânî (ö. 430/1038)
 Eser, sahabeden başlayarak tabiîn, tebe-i tâbiîn devrinde ve müellifin çağına kadar olan dönemde yaşayan 700 kadar zâhid ve sûfînin hayatını, fikir ve görüşlerini aktarmaktadır.
 Ebû Nuaym, bu yöntemiyle tasavvufî hayatın sahabe döneminde de var olduğunu ifade etmek istemiştir.
 Hilyetü’l-Evliyâ’ Şimdiye kadar yazılan en geniş sufi tabakâtı olma özelliği taşımaktadır.
 Hilyetü’l-Evliyâ’ da zâhid ve sufilerin doğum ve ölüm tarihleri belirtilmediği gibi, yaşadıkları yerler üzerinde de
durulmamıştır.
 Eserde dikkat çekici bir diğer özellik, verilen bilgilerin senetleriyle birlikte aktarılmış olmasıdır.
2. TEZKİRETÜ’L-EVLİYÂ:
 Eserin sahibi: Feridüddin Attar
 Eserin dili Farsça dır.
 Feridüddin eczacı dır. Moğol istilası esnasında şehid edilmiştir.
 Eserde Cafer-i Sâdık’tan başlayarak 97 sufinin biyografisine yer verilmiştir.
 Tezkiretü’l-Evliyâ, içeriği ve üslubu itibarıyla öncekilerden farklı bir görünüm arzetmekte, bu yönüyle bir menâkıb-nâme izlenimi vermektedir.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
7
3. TABAKÂTÜ’L-EVLİYÂ:
 Eserin sahibi: İbnü’l-Mulakkın’ (ö. 804/1402)
 Tanzimi itibarıyla Tabakatü’s-Sufiyye’ye benzemektedir.
 2. hicrî asrın ortalarından itibaren 229 sufinin hayat hikayesine yer verilmiş; ancak bir sufinin biyografisinin verilmesinin ardından onun talebeleri de tanıtılarak bu sayı 577’ye çıkarılmıştır.
 Eserin bir diğer özelliği de, İbn Arabî, İbn Fârız, Kuşeyrî, Gazali ve Sühreverdî gibi tasavvuf teorisyenlerine de yer verilmiş olmasıdır.
4. NEFEHÂTÜ’L-ÜNS MİN HADARÂTİ’L-KUDS:
 Eserin sahibi: Nureddin Abdurrahman b. Ahmed Câmî (ö. 892/1492)
 Toplam 616 sufinin biyografisine yer vermiştir.
 Eser bir tabakât kitabı olmakla birlikte giriş kısmında, velî-velâyet, şeriat-tarîkat, sufi-mutasavvıf, melâmi, kalenderî ve kerâmet gibi kavramlar hakkında önemli açıklamalar yapılmıştır.
5. ET-TABAKATÜ’L-KÜBRÂ:
 Eserin sahibi: Abdülvehhab Şaranî (ö. 973/1565)
 Şaranî, eserine Hz. Peygamber’le başlayarak Ebû Nuaym el-Isfahânî’nin yöntemini takip eder.
 Mısır ve çevresindeki sufilerin de tanıtıldığı eser, bu bakımdan orijinal bilgiler ihtiva etmektedir.
6. EL-KEVÂKİBÜ’D-DÜRRİYYE:
 Eserin sahibi: Abdurrauf Münâvî
 Münavi, eserine Mutezile’ye reddiye olarak mucize ve keramet mukayesesi yaparak başlar.
 Hz. Peygamber’e genişçe yer verir, sahabeyle devam eder.
 Arap dilinde yazılmış tabakat geleneğinin son döneminde kaleme alınmış olan bu eser, yakın döneme ilişkin bilgileri içermesi bakımından önemlidir.
7. TİBYÂNU VESÂİLİ’L-HAKÂIK Fİ BEYÂNİ SELÂSİLİ’T-TARÂIK:
 Eserin sahibi: Harîrîzâde Muhammed Kemaleddin Efendi (ö. 1299/1882)
 Bu ansiklopedik eser halen yazma halinde olup yegane nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
 Burada alfabetik olarak 167 tarikat hakkında bilgi verilmiş, tarikatların silsilesi zikredilip, o tarikatla ilgili varsa önemli eserlerden bahsedilmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 1 - TASAVVUFUN TEMEL KAYNAKLARI
8
8. SEFÎNE-İ EVLİYÂ:
 Eserin sahibi: Hüseyin Vassaf (ö. 1929)
 Esmâr-ı Esrâr adlı 54 sayfalık eserin şerhi olan Sefîne-i Evliyâ bir şerh olmaktan çıkmış ve muazzam bir tasavvuf tabakâtı vücuda gelmiştir.
9. CÂMİU KERÂMÂTİ’L-EVLİYÂ:
 Eserin sahibi: Yusuf b. İsmail en-Nebhânî (ö. 1305/1887)
 Bu eser, sahabeden itibaren yaklaşık 1000 sufinin hayat hikayelerini ve hikmetli sözlerini aktarmaktadır.
TASAVVUF ÜNİTE 2 - MİSTİSİZM VE TASAVVUF
1
TASAVVUF
ÜNİTE 2 - MİSTİSİZM VE TASAVVUF
2.1.1. MİSTİSİZM NEDİR?
 Mistisizm, Grekçe “sır” anlamına gelen “musterion”dan türetilmiştir.
 Terim olarak, insanı ahlaken yüceltme, dünyanın ötesinde
görünmeyenin şuuruna erdirme çabasıdır.
 Albert Einstein (ö.1955)’e göre mistisizm: Tecrübe edebileceğimiz en
güzel en derin heyecan mistik heyecandır. Bu heyecana yabancı olan ve
onun karşısında hayret ve hümet duymayan kişi ölü gibidir.
 Bertrand Russel (ö. 1970) da mistisizm: Evrenle ilgili inançlar
üzerindeki belli bir duygu derinliği ve yoğunluğudur.
 Mistisizm: Eşyanın hakikatini anlama faaliyeti dir.
 Mistisizm ile ilgili yapılan benzeri tanımlamalar şunlardır:
 Hakikatin mistik yollarla araştırılmasıdır.
 İnsanların ahlaken yücelmesi, erdem sahibi olabilmek için sarfettikleri
gayrettir.
 İnsanı rûhî saadete ulaştırma gayreti ve faaliyetidir.
 İnsanın özündeki hakikati keşfetmek için, içindeki gizemi ortaya çıkarmak
için yaptığı faaliyetlerdir.
 Fizik dünyanın ötesinde metafizik dünyayı keşfetmektir.
 Dinlerin derûnî, ruhanî, batınî yönlerini ortaya koymak için yapılan
araştırmalardır.
 Kutsal varlığın vasıtasız olarak tanınması için yapılan gayretlerdir.Kalbin
bilgeliğidir.
 Medeniyetler ve kültürlerarası bir yoldur.
Yapılan tanımlardan anlaşılacağı üzere bütün inançların özünde bulunan duyguyu
ifade etmektedir.
2.1.2. MİSTİSİZMİN ÖZELLİKLERİ
 Maddeye karşı tavır alma durumu.
 Manevî yolculuk ve ruhanî bir eğitimi esas alması.
 Yaşanılan haller olma özelliğine sahip olma.
 Teorik açıdan gerekli izahların yapılamayışı ve bir başkasına
anlatılamayışı.
 Bilgi edinme yolu ve sezginin ifadesi olma durumu.
 İçe dönük bir yaklaşımı ve sırrîlik yönü ağır basan bir telakkî oluşu
 Izdıraba ve birtakım perhizlere yer vermesi
 Pasifliğin ve bir ölçüde metodsuzluğun mevcudiyeti
 Yatay değil, dikey bir bilgi edinme yolu.
 Ruhanî bir aktivite olarak ortaya çıkması
 Kutsal varlıkla aşkın bir ilişki kurma gayreti olması
 Kendinden geçme ve dış alemle bağları koparma şeklindeki tezahürleri
TASAVVUF ÜNİTE 2 - MİSTİSİZM VE TASAVVUF
2
 Bu anlayışın kendini remzî ifadelerle ve birtakım sembollerle ortaya
koyma durumu
 Ahlaken olgunlaşmayı, hakikatin bilgisine ulaşmayı hedef edinmesi.
2.1.3. MİSTİSİZME YÖNELTİLEN TENKİTLER
 Mistik bilgi ve deneyim;
 Bâtınî bir mahiyet arzeder.
 Ferdî bir tecrübedir.
 Başkasına aktarılmasının sakıncalıdır.
 Özel bir bilgi çeşidi özelliği taşır.
 Mistik bilgi, herkesin elde edemeyeceği, ancak gerekli olan perhizlere
dayanabilen ve bu istidadı bulunan kişilere mahsus bir bilgidir.
 Mistik bilgi ye yöneltilen eleştiriler şunlardır:
1. Mistiğin ulaştığı bilgiler kesinlik ifade etmemesi,
2. Her mistiğin ulaştığı sonucun farklı olması,
3. Mistik görüşe teslimiyet akıl yürütme ve tahlil ameliyesinin kapılarının
kapatılması neticesini doğurması,
4. Mistik bilginin, duyu ve akla dayanan metod ve yöntemlerle kontrol ve
sınanma imkanının olmaması,
5. Mistik hallerin geçiciliği dikkate alınırsa bu hallere bağlanan mistik
bilginin de anlık olması,
6. Bilgi edinme vasıtasının teke indirgenmesi,
7. Buna bağlı olarak bilginin belirli bir zümre nin tekelinde bulunduğu gibi
eleştirilerdir.
 Bu eleştirilerin mistik düşünce ve duygunun hakikatine yönelik tenkitler
olmaktan ziyade,
mistik deneyimlerin mahiyetiyle ilişkili olduğunu kabul etmek gereklidir.
2.1.4. MİSTİSİZM-TASAVVUF FARKI
 Tasavvuf:
 Kur’an ve sünneti esas alan bir disiplin,
 Kâl ilmi değil, Hal ilmi,
 Zühd ve takvayı, aşk ve muhabbet anlayışını öne geçiren bir hayat tarzı,
 Bir ahlak ve edeb anlayışı ve yolu,
 Nefse karşı mücadelenin, kalp tasfiyesinin yol ve yöntemlerini gösteren
bir ilim dalı,
 İslam’ın batınî yönünü açıklayan bir fikir hareketi,
 Marifeti, ledünnî ilmi, keşf ve müşahedeyi esas alan bir anlayış,
 Tarikatler şeklinde müesseseleşerek günümüze kadar gelen İslamî bir
telakkî,
 Ferdî yaşantıyı esas alma özelliği yanında, toplumu da çeşitli yönlerden
etkileme gücüne sahip bir hareket,
 Dinin, ihsan düzeyinde yaşanması hadisesi,
 Kalbî fiillere ağırlık veren bir yapıya sahiptir.
TASAVVUF ÜNİTE 2 - MİSTİSİZM VE TASAVVUF
3
 Tasavvufu, Hıristiyan, Yahudi, Hind, Mısır vs. mistisizminden ayıran
önemli farklılıklar şunlardır:
1. Mistik sadece vecd ehli iken,
sufi hem vecd ehli ve hem de ilim talibidir.
2. Mistisizmde ruhun cesede hakimiyeti öngörülürken
tasavvufta ruhun tasfiyesi neticesinde Hakk’a vuslat amaçlanır.
3. Mistisizm, kaynakları, referansları, muhtevaları ve muhatapları açısından
tasavvuftan farklıdır.
4. Mistisizm pasifliği, bir ölçüde metodsuzluğu telkin ederken,
tasavvufta aktivitenin ve âdâba riayetin, metodun özel bir önemi vardır.
İşte tasavvufta, hakikate ulaşmak için takip edilen bu yöntem ve yola
seyrü sülûk adı verilir.
5. Mistisizmde, tasavvufta olduğu gibi geçmişe doğru uzanan hiyerarşik bir
yapılanma yoktur. (şeyh-mürid, silsile)
6. Tasavvufta evrad, ezkar ve ahzab uygulaması mevcuttur.
Mistisizmde ise şeyh, yani mürşid olmadığı için telkin edilecek bir evrâdezkâr
da sözkonusu değildir.
7. Mistik olmak için istidat yeterli sayılırken,
tasavvufta bunun yanında teknik kurallara riayet gereklidir.
8. Kutsal varlık anlayışları itibariyle de birbirlerinden farklılık arzederler.
9. Mistik düşüncede maddeye karşı tavır alınması önemli bir esas olmasına
karşılık tasavvufta maddenin aşılması ilkesine yer verilir.
10. Tasavvufta ahlak anlayışı ve bu anlayışın sınırları belli olmasına karşılık,
mistisizmde böyle bir durum sözkonusu değildir.
11. Her iki yaklaşımın bilgi konusunu ele alışları farklıdır. Tasavvufta keşif ve
ilhamın yanı sıra akla da yer verilir.
12. Tasavvuf, insana ruhî bir yükselme sağladığı halde,
mistisizmde gelip geçici hazlar vardır (fenâ-bekâ)
13. Mistisizmde ıstırap önem taşıdığı halde,
tasavvufta ıstırabın özel bir yeri yoktur.
14. Tasavvufî eğitimde ferdin karakteri eğitim sürecinde önemli olduğu halde
mistisizmde böyle bir durum yoktur.
TASAVVUF ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE
DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
1
TASAVVUF
ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
3.1. TASAVVUFUN KONUSU
 Tasavvufun konusu genel anlamda Allah, varlık ve insandır.
 Allah’ı yakînen zat, sıfat ve fiilleriyle tanımaktır.
 Nefsin tezkiye ve tasfiyesi de tasavvufun konusudur.
 Kısaca tahalluk (İslam ahlakı) ve tahakkuk (bunu gerçekleştirip manevi yükseliş
sonucu tahkikî bilgilere) ulaşmaktır.
 Tasavvufun halka dönük tarafı tahalluk, Hakk’a dönük tarafı ise tahakkuktur.
3.2. TASAVVUFUN GAYESI
 İnsanı kötü ahlaktan, çirkin huylardan uzaklaştırmak,
 Allah ve rasulünün ahlakını benimseterek insan-ı kâmil yetiştirmektir.
 Tasavvuf, mutlak anlamda insan-ı kâmil olarak kabul ettiği Hz. Peygamber’ ittibâ,
 Allah ve Rasulünün ahlakı ile ahlaklanmak
 İhsan mertebesine ulaşmak.
 Nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmeyi kendisine gaye edinmiştir.
3.3. TASAVVUFUN DIĞER İLIMLERLE MÜNASEBETi
 Cibrîl hadîsi, kelâm, fıkıh ve tasavvuf ilimleri için bir dayanak sağlamaktadır.
 Cibrîl hadîsi nden İslam’ın üç boyutu olduğu ortaya çıkmaktadır.
1. İman: İslam’ın İnanç boyutu
2. İslam: ibadet boyutu
3. İhsan: ruhanî/derunî boyutu
 Kāl ilmi değil de hâl ilmi tanımı : Bizzat tecrübe edilen ve sübjektif yönü ağır
basan bir disiplindir.
 Tasavvufun diğer İslâmî ilimlerden en bâriz farkı; hem pratik hem de nazarî
yöne sahip olmasıdır.
 İslâmî ilimlerin bağımsızlık kazanması II. hicrî asır ile başlar.
İslami ilimlerin birbirinden tamamen ayrı olduğunu söylemek de imkansızdır.
Her İslâmî disiplini birbirinden tamamen bağımsız olarak ele almak usul
açısından doğru değildir.
İbn Haldun, tasavvufu Hz. Peygamber ve sahabenin yaşantısının bizatihi kendisi
olduğunu ifade etmiştir.
3.3.1. TEFSİR
 Süfilerin tefsirde kullanmış oldukları yönteme “işârî” tefsir yöntemi denilir.
 “işârî” tefsir: Ayetlerin zahiri manalarından başka bâtınî manalarının da
bulunduğu anlayışıyla geliştirilen yorum yöntemidir.
 İşarî tefsirde ayetin nüzul sebebi ikinci planda yer alır.
TASAVVUF ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE
DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
2
 Sufilerin işari tefsire argüman olarak kullandıkları ayetler şunlardır:
 “Biz o kitapta hiçbirşeyi eksik bırakmadık” (En’âm, 38)]
 “O nimetlerini zahir ve batın önünüze sermiştir” (Muhammed, 20)
 Kehf suresi 65. ayette geçen “ledünnî ilim”
 İşarî yorumun makbul olmasının bazı kriterleri belirlenmiştir. Bunlar:
1. Bâtın mananın zâhir manayı ortadan kaldırmaması.
2. Bu mananın bir delil ile doğrulanması.
3. Ortaya konulan mananın akla, ilme, dine ters düşmemesi.
4. Tek mana olduğunun iddia edilmemesi.
5. Yapılan yorumun gramer kuralları ile çelişmemesi.
 İŞARİ Tefsirler ve Yazarları:
Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim : Sehl b. Abdullah Tüsterî Bu eser işarî tefsirin ilk örneği.
Hakâiku’t-Tefsîr : Ebu Abdurrahman Sülemî Tasavvufî tefsir literatürünün
büyük ölçüde dayanmış olduğu eser’dir
Letâifü’l-İşârat : Abdülkerim Kuşeyrî
Te’vilatü’l,Kur’an : Abdürrezzak Kaşanî
El-Fevâtihu’l-İlâhiyye : Nimetullah Nahcuvânî
Rûhu’l-Beyân : İsmail Hakkı Bursevî
Mirsadü’l-İbâd : Necmüddin Daye
Ruhu’l-Meânî : Alûsî
Arâisü’l-Beyan: : Ruzbihan-ı Baklî
Nuğbetü’l-Beyan : Şihabüddin Ömer Sühreverdî
3.3.2. HADİS
Tasavvufun bir ilim olarak ortaya çıkmasından önce muhaddisler veya mutasavvıflar
tarafından kaleme alınan Kitabü’z-Zühd’ler tasavvuf ve hadis münasebetinin
önemli ürünleridir.
Tasavvuf-hadis münasebetinin bir diğer ürünü 40 hadis mecmualarıdır.
 Bu çığırı açanların başında Hakim Tirmizi (ö. 320/932) gelir. Onun
Nevadirü’l-Usul adlı eseri işarî manada ilk hadis şerhi sayılabilir.
Bahrü’l-fevâid : Kelabazi
Şerhu Hadis-i Erbaîn : Sadreddin Konevî
Hâletü ehli’l-hakîka maallah : Ahmed er-Rıfâî
Mutasavvıflar, hadisleri bir irşad vesilesi ve ahlakî öğüt şeklinde gördükleri için
senet kısmından önce rivayetin metni ile ilgilenmişlerdir.
Cerh ve tadil alimlerince reddedilen rivayetlere, sufiler “Hadisin lafzı
tartışmalıdır. Velakin manası sahihtir.” nazarıyla bakarlar.
 Seriyy Sakati: “Bir insan önce zühd ile meşgul olur, sonra hadis yazarsa ayağı
sürçer; fakat önce hadis öğrenir sonra zühd ile meşgul olursa durumunu
sağlamlaştırmış olur.” demiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE
DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
3
3.3.3. FIKIH
Ebu Hanife fıkhı, “Nefsin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmek” olarak
tanımlar.
İlk iki asırda ilimler bağımsız hale gelmediği için fıkıh ile, genel manada “ilim”
anlaşılırdı.
Yani bu tabire akaid, tefsir, ahlak ilimleri de dahildi.
Bu yüzden tasavvuf ile fıkıh başlangıçta içiçe olmuştur.
Fıkıh, namaz, oruç gibi ibadetleri, ticaret, alışveriş ile ilgili düzenlemeleri konu
edinirken; tasavvuf zühd, takva gibi bâtınî hükümleri düzenlemeyi amaç
edinmiştir.
ibadetlerde sadece şekil şartlarının yerine getirilmesi, o ibadetten amaçlanan
kemâlâtı kazanmaya yeterli değildir.
Sufiler dinin zahiri hükümleri noktasında duyarlı davranmaya özen göstermişler,
bu nedenle, sufi kisve altında sergilenen kabul edilemez tutum ve davranışları
da eleştirmişlerdir.
Fıkıh ile, iç iradeye itibar ederek kendine mahsus bir öznelliğe sahip olan
tasavvuf arasında çekişme olduğu bir vakıadır.
Sufiler, fıkıh-kelam âlimlerinin temsil ettiği normatif geleneğin otoriteleriyle
doğrudan bir çatışmaya girmemek için sembolik anlatım yöntemleri
geliştirmişlerdir.
“Pişmişin halinden hiç anlar mı hâm Söz az ve öz gerektir vesselam” MEVLANA
3.3.4. KELAM
Allah, insan ve kainat meseleleri tasavvufun da kelamın da ilgi alanına girer. Ancak
kelam burada akıl ile hareket eder.
Kelamın gayesi, İslam’a yönelik itirazları aklî verilerle çürütmektir.
Zaman zaman kelam alimleri ile sufiler arasında tartışmalar da olagelmiştir.
Sözgelimi İbn Teymiyye tasavvufa yönelik eleştirilerde bulunmuş, ancak belli bir
sufilik anlayışına da sıcak bakmıştır.
“Selefî Tasavvuf” olarak adlandırılabilecek bu yaklaşımda ahlâkî esaslar
merkezinde bir yaşantı öngörülmüştür.
Sufiler bu noktada aşırı zahirci ve lafzi yaklaşıma meydan okumaktadır
 Sufilere göre, örneğin;
 Kabe’nin nakil ve rivayet yolu ile bilinmesine ilme’l-yakin,
 uzaktan gözle görülmesine ayne’l-yakin,
 yanına varılıp el sürülmesine hakka’l-yakin denir.
Ebu Said Harraz : “Zahire muhalif bâtın bâtıldır”
Ebu Süleyman Darani : “Kalbime gelen nükteleri Kur’an ve Sünnet gibi iki adil şahid
huzurunda onaylamadıkça itibar etmem”
Tasavvuf-kelâm münasebetinin bir başka boyutu, bizzat sufilerin de kelâma dair
eser kaleme almalarıdır. Burada amaç, tasavvufî düşüncede meydana gelen istismarlara
engel olmak ve tasavvufun esaslarını tesbit etmektir.
Haris b. Esed el-Muhasibî, Kelâbâzî ve Gazzalî bu konuda örnek olarak
zikredilebilir.
Özellikle Gazzali’den sonra kelamcıların muhalif tavırlarında kırılma meydana
gelmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE
DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
4
3.3.5. FELSEFE
Felsefe çalışmaları özellikle Abbasi halifesi Me’mun devrinde
sistemleşmiştir.
Bu dönemde Beytü’l-Hikme çatısı altında çeviri faaliyetleri yapılmıştır.
 Filozoflar arasında en geniş kadroya sahip olan akım Meşşailerdir (Kindi,
Farabi, İbn Rüşd, Alaeddin Ali Tusi).
 Bunlar, varlığın yorumunda akla ileri derecede önem verdikleri için
rasyonalisttirler.
 Vahye değer vermekle birlikte akılla nass arasında bir çelişki olursa aklı
tercih, nassı tevil ederler.
 İslam dünyasında felsefî düşünceye karşı olan tutumun nedenleri:
 Felsefenin politeist Yunan kökenli olması
 İlk felsefî çevirileri yapanların bir kısmının putperest Sabiilerden ve Hıristiyanlardan
oluşması
 Felsefenin sünnî İslam içerisinde bir yer edinememiş olması
 Filozofların bir kısmının teist olmasına rağmen diğer bir kısmının deist veya
tamamen maddeci bir dünya görüşüne sahip olması (İbn Ravendi, Ebu Bekir
Zekeriya er-Razi)
 Alemin ezeliliği, ahiretin ruhaniliği, Allah’ın cüzleri bilemeyeceği gibi İslam’ın
bütünlüğü ile uzlaştırılamayan görüşleri savunmaları
 Gereğinden fazla yabancı kültüre açılmanın bir kültür krizine yol açacağı endişesi
 Filozofların dinin emir ve yasakları konusunda duyarlı olmadıkları algısı etkili
olmuştur.
 Varlık-bilgi-değer üzerinde yoğunlaşan tasavvuf metafiziğinin önemli
temsilcileri:
 İbn Arabî, Sadreddin Konevi, İbn Seb’în, Abdülkerim Cili, Müeyyedüddin Cendi
 Her iki disiplinin ilgi alanları aynı olmakla birlikte yöntemleri farklıdır.
3.3.6. AHLAK
Tasavvuf ile ahlak iç içedir
3.3.7. SOSYOLOJİ
Sosyoloji, toplumların gelişme sürecini sebep ve sonuçlarıyla inceleyen bir disiplindir.
Tekke ve zaviyelerin sosyal fonksiyonları, tarikatların sosyal yapı içerisindeki
konumu, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
3.3.8. PSİKOLOJİ
Psikoloji ile, insanın iç dünyasını bir düzene koymayı amaçlayan tasavvufun
irtibatlı olmaması mümkün değildir.
TASAVVUF ÜNİTE 3- TASAVVUFUN KONUSU, GAYESİ VE
DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ
5
3.3.9. EKONOMİ İnsan nefsini terbiye ile, kanaat anlayışı ile kendini bilinçlendirirse israftan kurtulur ve, tüketici olmanın eziciliğinden uzak kalır. İşte tasavvuf bu bilinci vermektedir. 3.3.10. GÜZEL SANATLAR Edebiyat alanında yeri doldurulamaz bir literatür ortaya çıkmıştır.  Tasavvuf edebiyatı, tekke edebiyatı adı altında muazzam bir külliyat vücuda gelmiştir.  Başlangıçta şiire pek ilgi duymayan sufilerin ilk ürünleri mensur eserlerdir.  özellikle 4. hicrî asırdan itibaren manzum eserlerin artmaya başladığı görülmüştür. Tasavvuf kültüründe özellikle Mevlevilik’te musıkînin ayrı bir yeri olmuştur. Tekkeler, güzel sanatların geliştirildiği kurumlar olarak faliyetlerde bulunmuşlardır.
TASAVVUF ÜNİTE 4- TASAVVUFUN KÖKENİ TARTIŞMALARI,
TASAVVUF VE TARİKATLARIN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ VE TASAVVUF ALGISI
1
TASAVVUF
ÜNİTE 4- TASAVVUFUN KÖKENİ TARTIŞMALARI,
TASAVVUF VE TARİKATLARIN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ VE TASAVVUF ALGISI
4.1. SUFİ VE TASAVVUF KELİMELERİNİN KÖKENİ
 Sufi ve tasavvuf kelimeleri Kur’an ve hadislerde zikredilmediği gibi, sahabe ve
tabiin devrinde bilinen kavramlar da değildi.
 Sufilere verilen isimler:
Gurebâ : Sufilerin vatanlarını terk edenlerine denir.
Seyyâhîn : Sufilerin diyar diyar dolaşanlarına denir.
Şikeftiyye : Sahralarda dolaşarak mağaralarda yaşayanlara denir.
Cûiyye : Açlık ve az yemek ile yaşayanlara denir.
Fukarâ : Allah’tan başka herkese karşı müstağnî davrandıkları için denir.
Nûriyye : Kalplerini nurlandırmaya çalıştıkları için denir.
 Bunların arkasından hicrî II. asrın ortalarından sonra kullanılmaya başlanan
kavram "sûfî" kavramıdır.
 İlk defa "sûfî" lakabıyla anılan zat, bir rivayete göre Câbir b. Hayyân (ö.150/767),
bir başka rivayete göre ise Ebû Hâşim el-Kûfî’dir.
 "sûfî" kavramı önce Küfe ve Basra'da ortaya çıkmıştır.
 Sûfi ve tasavvuf kelimelerinin kökeni hakkında dile getirilen iddialar:
 Asr-ı saadetteki ashab-ı suffe’den türemiştir. Sayıları 70 ile 300 arasında
değişen sahabiler topluluğudur.
 Bir çöl bitkisi olan sufâne’den türemiştir.
 Duruluk ve temizlik anlamına gelen safâ ve safvetten türemiştir.
 Saff-ı evvel’den türemiştir.
 Kendilerini halka hizmete veren Benû Sûfe’den türemiştir.
 Ense saçı ve kılı anlamına gelen sûfetü’l-kafâ’dan türemiştir.
 Sıfat kelimesinden.
 Yunanca hikmet anlamına gelen sofia’dan türemiştir.
 Yün anlamına gelen sûf’dan türemiştir. Sufi kelimesinin kökü olarak en çok
kabul gören görüş budur.
 Ebu Nasr Serrac : Bu taifeye yünlü kıyafet giydikleri için sufi; bunların ilmine de
tasavvuf adı verilmiştir.
Yine Serrâc’a göre, Sûfîlere yünlü giydikleri için sûfî denmiş; gömlek giyinenin
fiili "tekammesa" ile ifâde edildiği gibi, sûfîlerin ilmine de "tasavvuf" denilmiştir.
Her şeyden önce belirtmeliyiz ki tasavvufun kaynağını;
 Ayet ve hadisler
 Hz. Peygamber ve ashabının zahidane tercihleri
 Fıtrî ve ictimaî faktörler altında ele almak gereklidir.
Tasavvufun kaynağı meselesine dair yabancı tesirler:
TASAVVUF ÜNİTE 4- TASAVVUFUN KÖKENİ TARTIŞMALARI,
TASAVVUF VE TARİKATLARIN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ VE TASAVVUF ALGISI
2
4.2. TASAVVUFTA YABANCI TESIR MESELESI
1. İran Menşei:
 Arapların felsefî tefekküre kabiliyetsiz, Fârisî ırkın ise bu sahada daha
kabiliyetli olmaları nedeniyle ince bir tefekkür tarzı olan tasavvufun Araplar’a
İran kanalıyla geçmiş olduğu iddiası Gobineau, Brown, Horten, E. Blochet ve
Renan tarafından savunulmuştur.
2. Hint Menşei:
 Bu görüş ilk olarak dinler tarihi alanında otorite olan meşhur âlim Bîrûnî
tarafından ortaya atılmıştır
 Bîrûnî, Hind kültürünün İslam’a tesir ettiğinden bahseder.
3. Yeni Eflatunculuk menşei:
 Özellikle felsefî tasavvuf ile benzer yönleri nedeniyle Yeni Eflatunculuk ile irtibat
kurulmaya çalışılmaktadır.
 Tasavvufun gelişim sürecinde bu tesirin izlerini görmek mümkündür.
4. Hıristiyan menşei:
 Özellikle Hıristiyan unsurlardan Arapçaya geçmiş olan ve mutasavvıflar
tarafından da kullanılan “lahut, nasut, melekût, ceberût” gibi kavramlardan ve
Hıristiyan rahiplerle ilk zahidlerin hayat tarzları arasındaki benzerlikten hareketle
bu iddia ortaya atılmıştır
Tasavvuf ortaya çıkış aşamasında doğrudan doğruya İslam’ın prensipleri
üzerine inşa edilmiştir.
4.3. TASAVVUF VE TARIKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERI
4.3.1. Dini Sebepler
 Nasların yaşanılan ideal bir dini hayatı öğütleyen yönlendirmeleri
 Hz. Peygamber’den ve Ashabından intikal eden zühd içerikli tavsiyeler ve zahidlik
örnekleri
 Kur’an ayetlerinin ve Hz. Peygamber’in hadislerinin bu hareketi onaylar hatta
teşvik eder biçimde yorumlanabilme durumu
 İslam’ın fikir hareketlerine karşı takındığı müsamahakar tavır.
4.3.2. Siyasi, Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Yapıdan Kaynaklanan Sebepler
 Siyasi otoritelerin bu harekete karşı takındıklar teşvik edici tavır
 Yaşanılan siyasi olayların topluma yansıyan etkileri
 Sosyal ve ekonomik yapıda meydana gelen değişim
 Zühd hareketinin ve onun devamı olan tasavvuf döneminin fikir planında kurumsallaşmak
için ihtiyaç duyulan bir alt yapıyı hazırlamış olması
TASAVVUF ÜNİTE 4- TASAVVUFUN KÖKENİ TARTIŞMALARI,
TASAVVUF VE TARİKATLARIN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ VE TASAVVUF ALGISI
3
4.3.3. Ferdî Yapıdan Kaynaklanan Sebepler
 Ferdin fıtraten sahip olduğu mistik özellik
 Bir otoriteye bağlanma psikolojisinin etkisi
 Hazır, kolay ve pratik çözümlere karşı duyulan ilgi
 İnsanın yaratılış itibarıyla taklide olan meyli
 Huzur ortamına kavuşma, moral değerlere sahip olma arayışları, arzu ve ihtiyacı
 Dini hayatı daha iyi yaşama isteği ve arayışları
 Ferdin psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaç ve beklentileri.
 Yerleşik kültür ve geleneklerin etkisi.
4.3.4. Yabancı Tesirlerden Kaynaklanan Sebepler
 Doğal bir durum olarak görülen ve bu yüzden korunup yaşatılan, alınan yabancı
tesirler.
 Hikemî bulunarak alınan yabancı tesirler.
 İslam’ın ehl-i kitaba karşı takındığı müsamahakar yaklaşımdan kaynaklanan
yabancı tesirler.
 Diğer kültür ve medeniyetlerle temas sonucu ortaya çıkan yabancı tesirler
 Sünnî tasavvufun yanında farklı tercihler de olagelmiştir. Bu bakımdan şöyle bir
tasnif yapmak da mümkündür:
1. Sünni tasavvuf:
 Muhasibi, Kuşeyri, Gazali, Ahmed Yesevi gibi sünni inanç ve yaşayışa bağlı
sufiler tarafından ortaya konan tasavvufi anlayıştır.
 Bu anlayış dinde bağnaz bir tutum takınmayı hoş karşılamaz, genelde orta
yolu benimser.
2. Felsefî tasavvuf:
 Genellikle Hallac-ı Mansur ile başlatılan, Hakim Tirmizi ile devam eden ve
İbn Arabi ve takipçileri ile zirveye ulaşan tasavvufî eğilimdir.
 Allah-âlem-insan ilişkisini tasavvufî bakış açısıyla yorumlamışlardır.
 Sünni tasavvufun genel karakteristiği olan halk tasavvufu anlayışına karşılık
bu tasavvuf, entelektüel bir tasavvuftur.
3. Selefî tasavvuf:
 İbn Teymiyye ve takipçilerinin ortaya koydukları tasavvufî anlayıştır.
 “selefî tasavvuf” kavramı, radikal bir tasavvuf ve din anlayışını kasdetmek
üzere daha çok günümüzde kullanılmaya başlanmış bir kavramdır.
 Selefî tasavvufun en önemli özelliği radikal söylem ve felsefî tasavvufa karşı
yönelttikleri reaksiyondur
 İbn Teymiyye’ye göre Hallac-ı Mansur ve İbn Arabî dünyaya gelmiş en sapık
ve kafir insanlardır.
 Bugün Vehhabiliğin tasavvufa bakışı da İbn Teymiyye’nin düşünceleri
etrafında şekillenmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 4- TASAVVUFUN KÖKENİ TARTIŞMALARI,
TASAVVUF VE TARİKATLARIN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ VE TASAVVUF ALGISI
4
4. Şii tasavvuf:  Şii tasavvuf da irfânî bir tasavvuftur ve felsefî tasavvufa daha yakındır. 5. Sapkın tasavvuf:  İslamî hükümleri önemsemeyen veya onları kendi heves ve arzularına göre yorumlayan , bu nedenle de Sünnî kesim tarafından dışlanan anlayış ve uygulamalardır.  Mustasvif : sufilik taslayan, sufilikten geçinen kişiye denir.  Bir fikir vermesi bakımından bazı tanımlara yer vermek faydalı olacaktır:  Maruf Kerhî (ö. 200/815): “Tasavvuf, hakikatleri almak, insanların elindekinden ümidi kesmektir”. Bu, aynı zamanda tasavvufun ilk tanımı olarak da kabul edilebilir.  Ebu Süleyman Daranî (ö. 215/830): “Tasavvuf, Hak’tan başkasının bilmediği amellerin sufi üzerinde cereyan etmesi ve sadece Allah’ın bildiği bir hal üze-rinde sürekli Hak ile beraber olmaktır.”  Ebu Hafs Haddad (ö. 265/878): Tasavvuf edebden ibarettir.  Sehl b. Abdullah Tüsterî (ö. 283/896): Tasavvufu riyazât merkezinde tanımlar. Ona göre tasavvuf, “Yemeği azaltmak, Allah’a sığınmak ve insanlardan firar etmektir.”  Cüneyd-i Bağdadi(ö. 297/909): Tasavvufa dair yapılan tanımların en meşhurlarındandır. “Tasavvuf, Hakk’ın seni senden öldürmesi ve kendisi ile diriltmesidir.”  Ebu Ali Rûzbâri (ö. 322/933): “Kovulsa bile Sevgili’nin kapısında diz çökmektir.”  Ebu Said Ebü’l-Hayr (ö. 440/1048): “Tasavvuf, kafandaki her şeyi boşaltman, elindeki her şeyi dağıtman ve musibet geldiğinde feryad etmemendir” de-mektedir. Bu tanımlardan hareketle, tasavvufu, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmek amacıyla Kur’an ve Sünnet rehberliğinde geliştirilen riyazât ve mücâhede neticesinde Hakk’a vuslatı amaçlayan, kısaca İslam’ı ihsan mertebesinde yaşamayı öngören bir disiplin olarak değerlendirmek mümkündür.
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
1
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ  Tasavvuf tarihi ile ilgili olarak farklı tasnifler yapılmakla birlikte daha çok kabul gören tasnif, Zühd Dönemi, Tasavvuf Dönemi ve Tarikatlar Dönemi şeklinde yapılan tasniftir. 1. ZÜHD DÖNEMİ:  Bu dönem Hz. Peygamber ile başlayıp hicrî ilk iki asrı içine alan ve tasavvuf kavramının kullanılmaya başlamasına kadar süren dönemdir. 2. TASAVVUF DÖNEMİ:  Sufi ve tasavvuf kelimelerinin kullanılmaya başladığı hicrî 2. asrın sonundan tarikatların ortaya çıktığı devreye kadar süren 3, 3,5 asırlık dönemdir. 3. TARİKATLAR DÖNEMİ:  Tarikatların ortaya çıkmasından başlayıp,  Tasavvufi tefekkürün de bir yandan geliştiği,  Şiir ve edebiyatta önemli ürünlerin verildiği, günümüze kadar devam eden dönemdir. 5.1. ASR-I SAADET  ZÜHD: dünyaya, maddeye ve eşyaya, tasavvufî kullanımıyla “masiva”ya değer vermeme, dünyadan ve dünyalık peşinde koşmaktan yüzçevirme, hayatı âhirete dönük olarak yaşama, bu amaçla ibadetlere sarılma demektir.  İslam’daki ruhani ve manevi hayatın aldığı şekle zühd, bunun temsilcilerine de zâhid adı verilir.  Bu ruhanî ve manevî hayatın seyrini ifade etmek üzere, tasavvuf tarihinde Asr-ı Saadet’ten itibaren tabiîn ve tebe-i tabiîn devrini kapsayan ve Horasanlı ünlü zâhid Şakîk Belhî’ye kadar (ö. 194/809) devam eden hicrî iki asırlık zaman dilimi Zühd Dönemi olarak adlandırılmaktadır  Asr-ı Saadet’te zühdü besleyen unsurlar Kur’an-ı Kerim ve Sünnet olarak karşımıza çıkarken, bundan sonra, özellikle Hz. Osman devrinden itibaren patlak veren hadiseler, Emevi yönetiminin keyfî uygulamaları ve bunların psikolojik ve sosyal yansımaları, zühd hareketini şekillendiren önemli bir unsur olmuştur. 5.1.1. BİR ZÂHİD OLARAK HZ. PEYGAMBER  “Dünyada zahidlik, ne helali haram kılmak ne de malı-mülkü terk etmektir.  Dünyada zahidlik, ancak Allah’ın elinde olana, kendinde olandan daha fazla güven-men; başına bir musibet geldiğinde, musibet başında olduğu sürece onun ecir ve mükafatından ümitli olmandır. (Ebu Nuaym el-Isfahanî, 1987: I, 69)  Şüphesiz ki, Hz. Peygamber’in zahidliğinin belirgin özelliklerinden biri de onun cömertliğidir.
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
2
5.1.2. ASHÂB-I KİRÂM’IN ZÜHD HAYATI
 Sufi kitabiyatı içerisinde özellikle ;
 Hilyetü’l-Evliyâ : Ebu Nuaym el-Isfahanî
 Sıfatu’s-Safve : İbnü’l-Cevzî
 et-Tabakatü’l-Kübrâ : Şarani sahabenin kılık-kıyafet, yeme
içme, barınma konularına dair örnekler
bulunmaktadır.
 Dünya malını hor ve hakir görmek, dünyalığa ve zenginliğe önem vermemek ilk
müslümanların şiarı olmuştur.
 Kur’an-ı Kerim’de yanlarının yataklarından uzak kalan, korkarak ve umarak Rablerine
yakaran ve kendilerine verilen rızıktan infak eden kişiler şeklinde tanımlanan (Secde,
32/16), geceleri az uyuyan, seherlerde istiğfar eden (Zariyat, 51/17-18) sahabe
içerisinde özellikle Hulefâ-yı Râşidîn’in ayrı bir yeri olduğu görülmektedir.
5.1.2.1. HZ. EBU BEKİR
 Bir muharebe için yardım toplandığı sırada bütün malını Allah ve Rasulüne
bağışlayan, ailene ne bıraktığı sorusuna da “Allah ve Rasulünü” cevabını vermiştir.
 Hz. Ebu Bekir, halifeliği döneminde de zühd hayatından vazgeçmemiş, insanın dünya
zinetine düşkünlüğü nedeniyle kalbinde gurur ve kendini beğenme huylarının egemen
olacağını ifade etmiştir.
 Hz. Ebu Bekir, sufilere göre marifete dair konuşanların başında gelir.
 Tasavvuf düşüncesinde, marifetin nihayetinin Allah’ın hakkıyla bilinemeyeceği, O’nun
idraklerin ötesinde olduğu görüşünü sufiler Hz. Ebu Bekir’den naklen
benimsemişlerdir.
5.1.2.2. HZ. ÖMER
 “Sabır ve şükür iki deve olsaydı hangisine bineceğimi düşünmezdim” demiştir.
 Hz. Ömer, kendisine fakirlikten şikayete gelen bir adama “Eğer bir gecelik
yiyeceğin varsa fakir değilsin” cevabını vermiştir.
 “Ahirete dair işlerde zarar etmektense dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi
sizin için daha hayırlıdır.” demiştir.
5.1.2.3. HZ. OSMAN
 Hz. Osman, hayâsı, gece ibadetine düşkünlüğü ve hüznü ile temayüz etmiştir.
 Mal varlığını Allah yolunda harcamakta tereddüt etmemiş,
 “Eğer ben İslam’da açılan bir gediği bu malla kapatacak olmasaydım, bunu
toplamazdım” demiştir.
 Hz. Osman “Hayrı dört şeyde buldum” demiştir.
5.1.2.4. HZ. ALİ
 Hz. Peygamber’in, Hz. Ali’de ilmin zahiri ve bâtınının bulunduğunu ifade etmesi,
tarikat silsilelerinin büyük çoğunluğunun Hz. Ali’ye dayandırılması,
 Hz. Peygamber tarafından cehrî zikir telkin edildiğinin benimsenmesi Hz. Ali’ye
verilen ehemmiyeti göstermektedir.
 “Bütün hayır şu dört şeyde toplanmıştır: Susmak, konuşmak, bakmak ve amel
etmek.
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
3
 Ona göre insanları bu dünyaya bağlayan şey, tûl-i emel sahibi olmak ve aşırı isteklerdir:  “Tûl-ı emel size ahireti unuttururken hevaya tabi olmanız sizi Allah’tan uzaklaştırır”  “Zühd nedir?” sorusuna, “Dünyayı ister Müslüman ister kâfir yesin buna aldırmamandır” cevabını vermiştir. 5.1.2.5. SUFFE ASHABI  Sayıları 70 ile 300 arasında değişen bu zümre hem hadis ve hem de özellikle tasavvuf ilmi açısından ayrı bir yeri haizdir.  Ebü’d-Derdâ (ö. 32/652), müslüman olmadan önce ticaretle meşgul iken, daha sonra ticaretle ibadeti beraber yürütemeyeceği kanaatine varmış ve ticareti bırakmış, bütün zamanını Allah Rasulü ile beraber geçirmeye gayret etmiştir.  Ebü’d-Derdâ “Bilmeyene bir kere, bilip de yapmayana yedi kere yazıklar olsun”  Hz. Peygamber, Ebu Zerr hakkında “Kim dünyaya karşı en az meyli bulunan birine bakmak isterse ona baksın” buyurarak övgüyle bahsetmiştir. 5.2. ASR-I SAADET SONRASI ZÜHD DÖNEMI  Asr-ı Saadet’ten sonra zühd hayatı gittikçe yaygınlaşarak etkisini artırmıştır. Bunun nedenleri:  birtakım psikolojik ve sosyal nedenlerin etkisi  Müslüman coğrafyanın genişlemesi,  bu genişleme neticesinde karşılaşılan yeni topluluklar ve yeni kültürler,  siyasi iradenin baskıcı uygulamaları,  yavaş yavaş baş gösteren lüks ve israf tüketimi  Dünyaya ait değerlerin kıymetlenmesi  Asr-ı saadetten sonra zühd hareketinin yaygınlaşmasının en temel nedeni aşırı ve kontrolsüz dünyevileşmedir.  Zühd Dönemi; dini bir hareket veya bir mezhep olmaktan ziyade Kur’an ve Sünnet’in önderlik ettiği bir eğilim iken  II. Zühd Dönemi tepkisel bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz bu tepkiselliğin özünde mevcut siyasi ve sosyal düzene karşı duyulan tepkinin yanında şekilci fıkıh ve manadan yoksun kelâma başkaldırı da vardır. 5.2.1. ZÜHD HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ  “fitne, fesad ve bid’atlerin çoğalması”  Birincil derecede ve en önemli etken Kur’an ve Sünnet dir.  Vefatından sonra Hz. Peygamber’e duyulan özlem ve ihtiyaç  Zamanla baş gösteren ahlaki çöküntü ve dini hayatın zayıflaması  Özellikle Cemel ve Sıffin Savaşları ile belirginleşen ayrışmalar, huzur ve emniyet ortamının artık kaybolması  Siyasi çekişmelerin bir neticesi olarak ortaya çıkan Harici zihniyete bağlı olanların toplumda estirdikleri terör havası  Sınırları gittikçe genişleyen imparatorluğun meydana getirdiği lüks ve dünya zevklerine düşkünlük,  Emevî yönetiminin bir devlet politikası olarak yürüttüğü Arap milliyetçiliği, Arap olmayan unsurlara karşı sert ve gayr-ı İslamî tutumları
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
4
 Kelamcıların şüpheci yaklaşımları, fukahânın insanı tatmin etmeyen, kalbine hitab etmeyen kuru mütalaaları  Zâhidlerin öncülüğünde bazı bölgelerde gerçekleştirilen ekolleşmeler: 5.2.1.1. MEDİNE MEKTEBİ  Medine ekolünü besleyen en önemli unsur şüphesiz Hz. Peygamber ve sahabenin zahidane hayatları olmuştur.  Suffe ashabından başka bu mektebin önemli temsilcileri arasında Said b. el-Müseyyeb dikkat çekmektedir.  Said b. el-Müseyyeb: İnsanın kendine yapabileceği en büyük iyiliğin ibadet etmek, en büyük kötülüğün de günah işlemektir.  Ona göre geçim temini için çalışmak kişinin dinine zarar vermez.  Medine zühd ekolünün tipik bir temsilcisi konumunda olan Said b. el-Müseyyeb’in şahsında bu ekolün Sünnet merkezli sade bir zühd anlayışını öngördüğünü ifade etmeliyiz. 5.2.1.2. BASRA MEKTEBİ  Kadîm kültürlerin en canlı olduğu bölgelerden biri olarak Basra sadece tasavvuf değil, kelâmî ve felsefî tartışmalarda da aklı öne çıkaran bir yaklaşımın ortaya konduğu bir ilim ve irfan merkezidir.  Bu mektebin temel özellikleri, korku, hüzün ve sevgi anlayışını benimseyen bir zahidliğin, riyazetci bir yaklaşımın ve insanı şerlerden uzaklaştıran devamlı bir hüznün benimsenmiş olmasıdır.  Basra’daki zühd hareketi, “Korku ve Hüzün Ekolü”, diğeri “Sevgiye Dayalı Zühd Ekolü” olmak üzere iki çizgide gelişim göstermiştir.  Hasan Basrî: “Yetmiş Bedir gazisine ulaştım. Onlar sizin iyilerinizi görselerdi artık ahlakın kalmadığına hükmederlerdi, kötülerinizi görselerdi bunların hesap gününe inanmadıklarını düşünürlerdi” sözüyle sahabeye duyduğu derin özlemi dile getirir.  Hasan Basrî, korku merkezli zühd hareketinin temsilcisi kabul edilir.  Hasan Basrî, “Mümin mahzun olarak akşamlar ve mahzun olarak sabahlar; onu bundan başkası mesud edemez”  Hasan Basrî’ye göre zühd, sadece az yemek, haram ve şüphelilerden kaçınmak değildir. Zühd bunları da içermek üzere, fânî olan her şeyden feragat etmektir.  Hasan Basrî’nin zenginliğe karşı tavır almasının nedeni, insanları mal ile imtihan konusunda uyarmaktır  Rabiatü’l-Adeviyye (ö. 180/801) Basra ekolünde Sevgiye Dayalı Zühd Ekolünün temsilcisi olarak kabul edilir.  O, tasavvufta ilahi aşk mefhumunu dile getiren ilk kişi olmuş ve bu yolda bir çığır açmıştır.  Rabiatü’l-Adeviyye’nin zühd anlayışı, Allah’a zatı itibarıyla sevgi duymak ve her-hangi bir beklenti içerisinde olmaksızın Ona bağlanmaya dayanmakla birlikte; vera’, hüzün, tevekkül gibi o dönem zühdünün temel hususiyetlerini de içermektedir.
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
5
5.2.1.3. KÛFE MEKTEBİ  Arap nüfus kadar Farisîlerin de bulunduğu bu bölge Şiiliğin merkezi olarak bilin-mektedir.  Kufe halkından bir grup Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinde, ona vermiş oldukları sözü tutmamalarından kaynaklanan bir sorumluluk duyarak, bu tavırlarından pişmanlık duy-muşlar, üzüntü ve gözyaşı ile zühd hayatına yönelmişlerdir.  Kerbela’da yaşanan acı olayların toplumda meydana getirdiği derin etki Kufe’de, pişmanlıklarından dolayı Tevvâbûn hareketi altında tecessüm etmiş, bu zümreye, çokça ağlamalarından dolayı Bekkâûn adı da verilmiştir.  EBU HAŞİM EL-KUFÎ: Kaynaklarda ilk defa sufi lakabıyla anılan kişi olarak zikredilmektedir.Bu mektebin önde gelen simalarındandır.  Kendisinden nasihat isteyen birisine, “Uzlete çekil, insanlara karışma. Kurtuluş insanları terktedir. Nefsinle meşgul ol, kendini ibadete ver” şeklindeki tavsiyesi bu mektebin karakteristik özelliğini yansıtır.  DAVUD TAÎ : Kûfe mektebinin diğer bir siması, Ebu Hanife’ye talebelik yapmıştır. 5.2.1.4. HORASAN MEKTEBİ  Bu bölge tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tabii ki tasavvuf alanında mümtaz şahsiyetler çıkarmıştır.  Kaynaklarda geçen “Horasan Erenleri” tabiri, Horasan merkezli bir hareket olan melâmet anlayışını benimseyen sufilere karşılık olarak kullanılagelmiştir.  Horasan bölgesi Arap-Mevâlî çekişmesinin en canlı olduğu yer olarak karşımıza çıkmaktadır.  Bölgenin İslamlaşma sürecinde civardaki âlimlerin genelde ibret verici, zühd ve takva içerikli hadisleri konu edinmeleri dikkat çekmektedir.  Horasan’da ilk eser yazan kişi olarak bilinen Abdullah b. Mübârek’in Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eseri bunun en güzel örneklerinden biridir.  Horasan mektebinin en temel hususiyeti; tevekkül ve teslimiyet tir.  İBRAHİM B. EDHEM önde gelen temsilcileri içerisinde en önemli zâhidi dir.  İbrahim B. Edhem Hayatı boyunca elinin emeği ile geçinmeyi prensip edinmiştir  Bostan bekçiliği, ırgatlık, odunculuk ve değirmencilik yapmış, bunu da zühdün bir gereği olarak değerlendirmiştir. Ona göre zühd üçe ayrılır  İbrahim b. Edhem’in zühdünde tevekkülün önemli bir yeri vardır.  ABDULLAH B. MÜBAREK Horasan bölgesindeki ilk hadis âlimleri arasında adı geçen Kitabü’z-Zühd türü eser verenlerin başında gelir.  Her şeyin temelinde edeb olmalıdır.  Zira edebi basit görenin sünnetlerinde, sünnetleri basit görenin farzlarında, farzları basit görenin ise marifetinde aksaklıklar vardır. FUDAYL B. İYAZ, Zâhir ulemasını “Âlimü’d-Dünya” olarak tanımlayan Fudayl, ilm-i zahir erbabını dünyaya dalmak ve dinin özüne nüfuz edememekle itham etmiştir.  Fudayl b. İyaz, mümini, “Az konuşan, çok çalışan, sözünde hikmet, sükutunda tefekkür, bakışında ibret, işinde iyilik bulunan kişi” olarak tarif etmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 5-TASAVVUF TARİHİNİN DÖNEMLERİ
ZÜHD DÖNEMİ VE GENEL ÖZELLİKLERİ
6
 ŞAKÎK BELHÎ; Tevekkül konusundaki tutumu ile dikkat çeken bir diğer Horasanlı zâhid’dir.  Şakik Belhî, tevekkülün mahiyetini, sebeplerini, teşrii hikmetlerini, kazanılması yollarını tetkik ederek müridin sülûkü üzerinde yapacağı tesir üzerinde duran ilk zâhid olmuştur. 5.2.2. ZÜHD DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ  Asr-ı Saadet ile başlayıp 2. hicrî asrın sonuna kadar devam eden zühd döneminin genel özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:  Bu dönem âyet ve hadislerin yorumlanması ile teşekkül etmiştir.  Ortaya konulan pratikler, riyazet ve mücahedeler genelde ahlâken olgunlaşmaya, daha iyi bir dînî yaşantıyı ortaya koymaya yöneliktir.  Riyazet ve mücahede adına yapılan uygulamalar son sınırına kadar götürülmüştür.  Zühd hayatı tevbe, riyâzât, mücâhede, sabır, takvâ, tevekkül, haşyet, vera’, hü-zün, muhabbet gibi terimler çerçevesinde şekillenmiştir.   Bu dönemin zihniyet yapısı dinin pratiklerine ve şeklî yapısına önem verme, şeriattan ayrılmama ve tevilden kaçınma şeklinde özetlenebilir.  Tabir caizse, uçan tasavvuftan ziyade yere basan bir tasavvuf anlayışı ortaya konulmuştur.  Bu devre zühdü “ağlayan” bir zühddür.   Bu devrede tasavvufun tahalluk yönü tahakkuk boyutunun önüne geçmiş,  Daha çok fakr ve tevekkül ağırlıklı bir dini yaşantı ağır basmıştır.  Bu dönemde nazariyeden çok amele, istikamete önem verilen bir dönemdir  Bu hareket kendisini daha çok nesirle ifade etmiş, öğüt içerikli bir söyleme sahip olmuştur.  Dinin manevi boyutuna vurgu, sembolik anlatımlardan çok, sade tasvirler dikkati çekmektedir.  Bu dönemde Kitabü’z-Zühd’lerin dışında kaleme alınmış müstakil bir eser mevcut değildir.  Bu dönemde, âbid, nâsik, bekkâûn, zâhid ve kurrâ gibi benzeri kavramlar kulla-nılmıştır.  Zühd dönemi İslam’ın temel dinamikleri kadar siyasal ve sosyal problemlere karşı çıkışın bir tezahürüdür.   Bu dönemde zâhidlerin yaşantıları münferid bir özellik taşımaktadır. 5.2.3. Kitâbü’z-Zühd Literatürü  Bu eserler hicrî I. asrın sonlarından başlayarak II. asırda ilk örneklerini vermiş,  III. asırda yaygınlaşmış, sonraki asırlarda da örneklerine rastlanmıştır.  ilk Kitabü’z-Zühd tarzı eser, Sahîfetü Ali b. el-Hüseyin ve Kelâmühû fi’z-Zühd adıyla ZEYNELABİDİN B. ALİ (ö. 92/710)’ye aittir.
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ
III. VE IV. HİCRÎ ASIRLAR
1
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ  III. ve IV. Hicrî asırlar tasavvuf hareketinin klasik dönemi olarak adlandırılır.  Abbasî devleti önemli ilerlemeler kaydetmiş, Bağdad ve çevresi bir ilim merkezi halini almış, Halife Me’mun döneminde Beytü’l-Hikme’nin kuruluşuyla tercüme faaliyetleri yoğunlaşmıştır.  Bu dönem muhtelif kavim ve kabilelerin birbiriyle kaynaşıp tanıştığı ve muhtelif kültürlerin buluştuğu bir dönemdir.  Bâtınîlik ve Karmatîlik gibi bâtıl cereyanlar, Mâtürîdîlik ve Eş'arîlik gibi ehl-i sünnet kelâm mezhepleriyle Hanefiyye, Mâlikiyye, Şâfİiyye ve Hanbeliyye gibi amelî mezhepler ve ardından felsefî cereyanlar hep bu asırlarda ortaya çıkmışlardır.  Bu asırların, tasavvuf düşüncesi açısından adeta bir altın çağ olduğu ifade edilebilir.  Toplumda müstakil bir zümre halini alan sufiler, bu alanda orijinal görüşler ortaya koymuşlar ve tasavvufi düşünce ekolleri tesis etmişlerdir.  3. VE 4. HİCRÎ ASIRLARDAKİ TASAVVUFİ DÜŞÜNCENİN GENEL ÖZELLİKLERİ 1. Bu dönemde, tasavvuf fıkıh, kelam ve hadis gibi müstakilleşip kendi dilini oluşturmuştur.  Tasavvuf terminolojisinin ortaya çıkış nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: a) Orijinal söylemler oluşturarak lakayd insanlara kapalı olma düşüncesi. b) Pratik boyuttan teorik boyuta tasavvufun aktarılması ve öğretilmesi. c) Kendine özgü bir dil ve kültür oluşturma isteği. d) Mutasavvıflar arasında kullanılan dil her zaman “özel” olmuştur. Bunun sebeplerinden biri, sufilerin herkesle paylaşmalarına imkan olmayan duygu, düşünce ve ilhamlarını günlük dilden korumaya aşırı dikkat göstermeleridir. e) Tasavvuf bir ilim geleneği içinde ele alınmakla birlikte kendine özgü hususiyet-leri de korunmalıydı. Tasavvufun İslami ilimler geleneğine yaklaştırılması sürecinde en çok üzerinde durulan husus onun “özel ve ayırıcı” özelliklerinin saptanması ve korunmasıydı. 2. ilk tasavvufi eserler bu dönemde kaleme alınmıştır. Bu itibarla 3. ve 4. asırlar tasavvufun kendini bir ilim olarak tesis ettiği asırlardır. 3. Tasavvuf, tahalluk (eğitim) boyutunun yanında tahakkuk (keşf ve ma'rifet) boyutuyla da bu dönemde büyük bir gelişme göstermiştir. Başka bir ifadeyle zühd döneminde ele alınan konular genişletilmiş, muhabbet ve aşka ağırlıklı önem verilmiştir. 4. Fena ve beka, sekr- sahv gibi kavramlar ilk defa bu asırlarda dile getirilmiş ve bu görüşler zahir ulemasıyla tartışma konusu olmuştur. 5. Tasavvuf ekolünün tartışılan konuları genelde sekr ekolü mutasavvıflarınca dile getirilmiştir. 6. Bu devirde tasavvufun meşruiyeti tartışmaları da yaşanmış ve fıkıh uleması ile ihtilaflar baş göstermiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ
III. VE IV. HİCRÎ ASIRLAR
2
7. Tasavvufî tefekkür kendisini manzum olarak ortaya koymaya başlamıştır.
8. İlk iki asırdaki zühd anlayışının sadeliği yitirilmiştir.
9. 1. ve 2. asırlarda genel olarak cehennem korkusu, cennet ümidi ve Allah rızasını
kazanma düşüncesine dayanan bir zühd hayatı, yani zahirî ibadet ve mücahedeler
şeklinde kendini gösteren tasavvufî hayat,
3. ve 4. asırlarda dıştan içe yönelmiş, zahirden bâtına intikal etmiş, Allah’u vusûl
gaye olmuştur.
10. Bu dönemde marifet , sufinin koştuğu bir hedef haline gelmiş, mücahede ve riyazet
bir vasıta halini almıştır.
11. Bu dönemde İşari tefsirin ilk örnekleri verilmeye başlanmıştır.
Bu konuda Tüsteri bu çığırı açan ilk sufi olmuştur.
12. Bu dönemde diğer kültürlerle temas sonucu bazı fikirlerin tasavvufa dahil olmuştur.
13. Bu dönemde bizzat tasavvuf içerisinden, yapılan bazı uygulamalara karşı tenkitlerin
yöneltildiğini görmekteyiz.
14. Zühd döneminde Hasan Basrî ve talebelerince temsil edilen korku ve hüzne dayalı
tasavvuf anlayışı, yerini aşk ve muhabbete dayalı bir yaklaşıma bırakmıştır.
15. Sufiler toplum içinde müstakil bir sınıf haline gelmiş, belli yerlerde tasavvuf ekolleri
teşekkül etmiştir.
16. Tekke nizamını ilk tesis eden Ebu Said Ebü’l-Hayr olmuştur.
17. Bu dönemde tarikat kelimesi kullanılmaya başlanmıştır.
18. Keşfü’l-Mahcub’da Hucviri, bu dönemdeki tasavvuf yollarını 12 ye ayırır ve
10 unun yollarının doğru, 2 sinin yanlış olduğunu belirtir.
Bu ikisi hulul ve tenasühe inanan Hallaciyye ve Hululiyye’dir.
 HÜCVİRİ’NİN MAKBUL SAYDIĞI BU YOLLAR VE KURUCULARI ŞUNLARDIR:
a) Muhasibiyye : Muhasibi Temel özelliği : Rıza merkezli bir anlayış.
b) Kassariyye : Hamdun Kassar’ Temel özelliği : Melamettir.
c) Tayfuriyye : Bayezid Bistami Temel özelliği : Sekr/manevi
sarhoşluktur.
d) Cüneydiyye : Cüneyd-i Bağdadi Temel özelliği : Sahv/kendinde olma.
e) Nuriyye : Ebü’l-Hüseyin Nuri Temel özelliği : İsâr merkezli dir.
f) Sehliyye : Sehl b. Abdullah Tüsterî Temel özelliği : Riyazet ve mücadehe
esasıdır.
g) Hakîmiyye : Hakîm Tirmizi Temel özelliği : “Velâyet”dir.
Ona göre Allah’ın sevgili kulları kainat üzerinde tasarruf sahibidir. Ancak bunlar
insanlar tarafından bilinemez.
h) Harrâziyye : Ebu Said Harraz Temel özelliği : fena ve bekâ kavramlarından
tasavvufî manada ilk bahseden sufidir.
Ona göre fena, kulun ibadetini görmemesi, bekâ, ulûhiyetin tecellîleri ile varlık
bulmasıdır.
i) Hafîfîiyye : Muhammed b. Hafîf Temel özelliği : Gaybet ve huzurdur.
j) Seyyâriyye : Ebu Abbas Seyyârî Temel özelliği : “Cem’ ve tefrika”dır.
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ
III. VE IV. HİCRÎ ASIRLAR
3
19. Basra, Kûfe ve Horasan tasavvufî canlılığını sürdürürken bu dönemde Mısır, Nişabur, Şam ve Bağdat yeni tasavvuf merkezleri olmuştur. 6.1.1. NİŞABUR MEKTEBİ  3. hicrî asırdan itibaren fütüvvet ve melâmet ağırlıklı bir tasavvuf anlayışı ortaya çıkmış ve bu anlayışın merkezi Nişabur olmuştur.  Bu ekolün temel özelliği olan melamet ve fütüvvet III./IX. asırda bu bölgede ortaya çıkmış ve daha sonra bütün İslam coğrafyasına yayılmıştır.  Osmanlı dönemine gelince Bayramiyye tarikatının bir grubuna melamiyye adı verilmiştir.  MELAMET  Melamet Kelimesinin tasavvuf ıstılahındaki yaygın tarifi şöyledir: “Yaptığı iyilikleri (gösteriş olur endişesiyle) gizlemek, kötülükleri ve işlediği günahları ise (nefsiyle mücahede etmek için) açığa vurmak.”  Melâmetin temel özelliği;  Riyâdan sakınmak amacıyla gizliliğe itibar etmek  İnsanların nazarında şöhret elde etmemek için bazı hataları ifşa etmekten çekinmemektir.  Bu hareket Melâmetîlik veya kurucusu Hamdûn Kassâr'a nisbetle Kassârîlik şeklinde isimlendirilmiştir.  Melâmiyye-i Bayrâmiyye her türlü tarikat ritüelini reddederek, özel giysi ve sem-bollerde ifadesini bulan mistik kurumlaşma anlayışını terk etmiş, “zikr”in şekilciliğini değil, “sohbet”in olgunlaştırıcı özelliğini ön plana çıkarmıştır.  Melâmîler, özel giysi ve sembollere itibar etmemişler, klasik tarikat organizasyon-ları oluşturmamışlar, görkemli âyinler düzenlememişlerdir.  Yahya b. Muâz er-Râzî, Nişabur sufîliğinin entelektüel düzeyde önemli bir temsil-cisidir.  Nişabur melâmetîliğinin piri olarak kabul edilen Hamdûn Kassâr dır.  Hamdûn Kassâr, melâmet anlayışı çerçevesinde nefsi kınamayı, ondan asla razı olmamayı ve nefsini aşağılamayı tavsiye etmektedir.
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ
III. VE IV. HİCRÎ ASIRLAR
4
 FÜTÜVVET
 “fetâ”dan türetilmiş bir kelime olan fütüvvet ise, tasavvuf hareketi içerisinde, daha
ziyade îsâr ağırlıklı bir kavram olarak kullanılmıştır.
 Fütüvvet anlayışı, İslâm’ın ilk yıllarında Hz. Ali’nin şahsında toplamış olduğu ahlâkî
vasıflarla bize intikal etmiştir.
 Bazı rivayetlerde Fütüvvet fikrinin Hz. Âdem’e dayandırıldığı görülmektedir.
 Sülemî, fütüvveti mertebelerin en yücesi olarak görmektedir.
6.1.2. BAĞDAT MEKTEBİ
 Bağdat, aynı zamanda ilim ve kültür merkezi olduğundan, Tasavvufun en büyük
temsilcileri ve eser sahibi müellifleri burada yetişmiştir.
 Bağdat Ekolünün tasavvuf düşüncesin de temkin anlayışının egemen olduğu
görülmektedir.
 HARİS B. ESED EL-MUHASİBİ
 Nefis muhasebesindeki titizliğinden dolayı Muhasibi ismiyle anılır.
 Muhasibi Sünni tasavvufun öncüsüdür.
 Onun Fehmü’l-Kur’ân adlı eseri tefsir usulüne dair ilk örneklerdendir.
 MARUF KERHİ
 Maruf, tasavvufta veli kabirlerinin ziyaret edilerek şifa bulma geleneğinin
öncüsüdür.
 ABDULLAH ET-TÜSTERİ
 En önemli özelliklerinden biri de ilk işari tefsir sahibi olmasıdır.
 HÜSEYN B. MANSÛR HALLÂC
 "Ene'l Hakk" (Ben Hak'ım) sözünü söylediği için zındıklık ithamıyla yargılanan
Hallâc araya giren bazı siyasî sebeplerin de etkisiyle idam edilen ilk sûfilerdendir.
6.1.3. ŞAM MEKTEBİ
 Şam tasavvufu, genellikle açlıkla eğitimi ve gece ibadetini öne çıkaran ve bu yüzden
“cuiyye ve ehl-i leyl” adıyla anılan sufilerce temsil edilmiştir.
 EBU SÜLEYMAN DARANİ: “Ehlü’l-Leyl” tabirini de ilk defa kullanan kişidir.
 Riyazete verdiği önemden dolayı “Bündârü’l-Câiîn” (Açların önderi) lakabını
almıştır.
 Onun “Usulü kaybeden vusulü gerçekleştiremez” sözü daha sonra tasavvufta bir
slogan olmuştur.
 “Başkalarının elli rekatta tadamadığı ruhani zevki ârif iki rekatta tadar” sözü ona
aittir.
TASAVVUF ÜNİTE 6- TASAVVUF DÖNEMİ
III. VE IV. HİCRÎ ASIRLAR
5
6.1.4. MISIR MEKTEBİ  Mısır’da tasavvuf denilince akla, asıl adı Sevban b. İbrahim olan Zünnun Mısri gelir.  Ona göre marifetin en üst mertebesi “hayret”tir.  “İlim var amel yok, amel var ihlas yok, ihlas var teslimiyet yok.”  Netice olarak ifade etmek gerekirse  3. ve 4. hicrî asırlarda tasavvuf düşüncesi yeni bir ivme kazanmış,  Tasavvufun orijinal görüşleri ortaya konulmuş,  ilk eserler vücuda gelmiş  bir ilim olarak teessüs etmiş olması bakımından tasavvufun en verimli dönemini geçirdiğini ifade edebiliriz.
TASAVVUF ÜNİTE 7 - 5. /11. ASIRDA TASAVVUF VE
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN DÖNÜŞÜMÜ
1
TASAVVUF
ÜNİTE 7 - 5. /11. ASIRDA TASAVVUF VE TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN
DÖNÜŞÜMÜ
 V/XI. asırda İslâm dünyasında kavga ve çekişmeler hüküm sürmektedir.
 Bu dönem Bağdat’ta Abbasi nüfuzunun azaldığı, İslam dünyasının doğu
bölgelerinde Büyük Selçuklularla, Mısır’da Fatimiler’in, Endülüs’te Emeviler’in
ortaya çıktığı ve güçlendiği bir dönemdir.
 Mezhepleri arasındaki çekişmeler, Sünnî fırkalar arasındaki rekabetler, sonu
gelmeyen kısır tartışmalara yol açmıştır.
 Bu yüzyılda cereyan eden önemli tasavvufî gelişmeler:
1. Tasavvufî çevrelere duyulan ilginin de etkisiyle tekke ve zaviyelerin sayısında
artış meydana gelmiştir.
 Tekke ve zaviyelerin işleyişine dair düzenleme yapılmıştır.
 ilk olarak tekke ve dergâhlarda bulunan sufilerin âdâb ve yönetimine dâir
ilk prensipleri EBÛ SA’İD EBÛ’L-HAYR (ö. 440/1048) belirlemiştir.
 Ebû Saîd Ebu'l-Hayr, âşık tabiatlı, sohbete önem veren ve halkın arasına
çok karışan, celvet ehli bir mutasavvıftır.
 Ebu Saîd Ebu'l-Hayr'ın hayatı ve menkıbeleri Esrâru't-Tevhîd adlı eserde
toplanmıştır.
2. Tasavvuf hareketi bu dönemde kitleselleşmiş, müessese bazında faaliyet
göstermeye başlayarak, kitleleri sosyo-dinî açıdan yönlendirerek gelişimini
sürdürmüştür.
3. Bu asır, çok değişik yapıya sahip mutasavvıfların yetiştiği bir dönemdir.
Bunlar:
 Ebu Ali Dekkâk (ö. 405/1014),
 Ebu Abdurrahman Sülemi (ö. 412/1021),
 Ebu'l-Hasan Harakânî (ö. 425/1034),
 Ebû Nuaym Isfahâni (ö. 430/1038),
 Ebu'l-Kâsım Abdülkerim Kuşeyrî (ö. 465/1072),
 Hucviri (ö. 477/1085),
 Herevi (481/1088),
 Gazali (ö. 505/1111),
 Ahmed Gazzâlî (ö. 520/1126),
 Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140) önemli simalardandır.
4. EBÛ ALİ DEKKÂK:
 Kuşeyrî'nin kayınpederi ve üstadı olan bu sûfî IV. asırda doğup V. asrın
başında Nişabur'da vefat etmiştir
5. EBÛ ABDURRAHMAN SÜLEMÎ :
 ilk sûfî tabakâtını yazmıştır.
 Kur'an'a yazdığı tasavvufî tefsir, sahasının ilklerindendir.
 Sülemî, Ebu Nuaym Isfahanî ve Kuşeyrî gibi sûfîlerin yetişmesini
sağlamıştır.
TASAVVUF ÜNİTE 7 - 5. /11. ASIRDA TASAVVUF VE
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN DÖNÜŞÜMÜ
2
6. EBÛ NUAYM ISFAHÂNİ
 Muhaddis ve sûfî kimliği ile Hz. Peygamber ve ashabından başlayarak en
geniş zâhid ve sûfî tabakâtını kaleme alan mutasavvıftır.
 Sülemî'nin talebesi, Kuşeyrî'nin de hocasıdır
7. EBU'L-KÂSIM ABDÜLKERİM KUŞEYRÎ
 Tasavvufun yanı sıra tefsir, hadis, kelam ve hadis ilimlerinde de âlim bir
zattır.
 er-Risâle adıyla meşhur eseri vardır.
 Kuşeyrî ifrat ve tefritten uzak, mutedil bir tasavvuf cereyanının mümessilidir.
 Letâifü'l-İşârât adlı eseri de işârî tefsirin ilklerindendir.
8. HUCVİRÎ
 Keşfü'l-Mahcûb adlı Farsça eseriyle bu dönemde tasavvufî yorumlarda
önemli bir yere sahiptir.
 Daha çok Gazneliler’in hakim olduğu coğrafyada yaşayan Hücviri Hanefî
mezhebine bağlıdır.
 Keşfü’l-Mahcub’da o döneme kadar teşekkül etmiş 12 tasavvuf yolundan ve
bu yolların temel hususiyetlerinden bahsedilir ki bu tasnif ilk defa Hücvîrî
tarafından yapılmıştır.
 İbadetlere dair açıklamalarda bulunulurken, bu ibadetlerin hikmetlerine de
işaret edilmiş olması ve ehl-i sünnet dışı akımlara sert bir tavır sergilenmiş
olması Keşfü’l-Mahcûb’un özelliklerindendir.
9. ABDULLAH ENSÂRÎ EL-HEREVÎ
 “Pîr-i Herat” olarak tanınır.
 Menâzilü's-Sâirîn adlı Arapça eserinde Herevî, hal ve makamları tasnif
etmiş olup, bu eser haller ve makamlar konusunda bu tertib şekliyle yazılan
ilk eserlerdendir.
10. İMAM GAZZÂLÎ
 Gazzâlî'nin İhya ve Kimyâ-i Saadet adlı eserleri ile el-Munkız mine'd-Dalâl'i
tasavvufun şaheserleridir.
 Gazali, el-Munkız adlı eserinde kelam, felsefe, Bâtınîlik ve tasavvuf hakkında
uzun incelemelerinden bahseder ve neticede tasavvufa karar kıldığını belirtir.
 Gazzalî’nin İhya’yı yazmadaki amacı, İslamî inançları diriltmek ve tasavvufî
düşünceyi sağlıklı bir zemine çekmektir.
 Dört ciltten oluşan ihya eserinin;
 birinci kısmı : İbâdât (ilim, akaid, ibadetler);
 ikinci kısmı : Muâmelât (ahlak ve âdâb);
 üçüncü kısmı : Mühlikât (kalbî hayatı öldüren hastalıklar)
 dördüncü kısmı : Münciyât (tasavvufî hal ve makamlar) ile ilgilidir.
TASAVVUF ÜNİTE 7 - 5. /11. ASIRDA TASAVVUF VE
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN DÖNÜŞÜMÜ
3
11. YÛSUF HEMEDÂNÎ
 Hanefi mezhebindendir.
12. Bu devir, sûfîlerin genellikle eserleriyle tasavvufu savundukları, ehl-i sünnet
çizgisinde bir tasavvufu hakim kılmaya çalıştıkları ve mezheb tartışmalarına
girmedikleri bir dönemdir.
13. Bu dönemde Sülemî, Kuşeyri, Hücviri ve son olarak Gazali’nin ayrı bir yeri
vardır.
14. H. V. M. XI. Asır, daha önceki asırlara göre tasavvufun şiirle ifade edilmeye
başlandığı dönemdir.
15. Bu dönemde tasavvuf düşüncesinin dönüşümüyle de bağlantılı olarak zühd ve
mücahede ağırlıklı bir tasavvuf anlayışından çok ilahi aşk merkezli temaların
daha ön planda tutulduğu görülür.
16. Tasavvuf kelimesinin yaygınlaşmasından sonra zühd kelimesi ikinci planda
kalmış ve zâhid işin başında olan mübtedî kişi olarak tanımlanmıştır.
17. Özellikle bu dönem tasavvuf düşüncesinde son derece orijinal görüşler ortaya
atılmıştır.
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
1
TASAVVUF
ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ
 “Tarîk”, “Tarikat” kavramı ; “Gidilecek yol, usul, durum”anlamlarına gelir.
 İnsanların manevi kabiliyetlerini geliştirmek için geliştirilen manevi yoldur.
 Tarikat kelimesi ne karşılık olmak üzere “Taife” kelimesi de kullanılmıştır.
 Farsça, yol, adet, kanun anlamına gelen “râh” kelimesi de aynı anlamda
değerlendirilir.
 Tarikatların ortaya çıkışı döneminde yazılan ilk eser ve müellifi:
Abdülkahir Sühreverdi’nin Adabü’l-Müridin
 TARİKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞINDA ETKEN OLAN NEDENLER ŞUNLARDIR:
 İslam dininin yapısı: Kur’an ve Sünnetin özünde bulunan ashab ve diğer
zahidlerin hayatlarında görülen zühdî ve manevi eğilimdir.
 Tasavvuf ve ruhî hayata yönelik yaşayışın zamanla halk kitlelerine mal olması ve
her sınıf insanın bu yola ilgi duymaya başlamasıdır. Bu ilgi;
 Ferdin fıtraten sahip olduğu mistik özellikten,
 bir otoriteye bağlanma psikolojisinden,
 insanın yaratılış itibarıyla taklide olan meylinden kaynaklanabilir.
 Sosyal ve siyasi nedenler:
 Huzur ortamına kavuşma arzusu
 Moral değer arayışları;
 Dini hayatı daha iyi yaşama isteği;
 Ferdin sosyal ihtiyaç ve beklentileri,
 sosyal yapıda meydana gelen değişimler.
 Tarikatlar Dönemi ile özellikle Selçuklu ile Osmanlı dönemleri akla gelmektedir.
Bu dönem; 6. /12. asırdan itibaren başlatıp günümüze kadar gelmektedir.
Bu dönemle birlikte;
 Tasavvuf hareketi kitleselleşmiş
 Müessese bazında faaliyet göstermeye başlamış
 Sosyal bir gerçeklik halini almıştır.
 TARİKATLARIN SOSYAL FONKSİYONLARI:
1. Müslüman halkın dini inanç ve duygularını canlı tutmak,
2. Gayr-i müslimlerin ihtidasına vesile olmak
3. İşgalci ve sömürgecilere karşı İslam ülkelerinde direniş cepheleri teşkil etmek,
4. İhtiyaç durumunda İslam ordularında birlikte seferlere katılmak,
5. Fethedilen bölgelere yerleşip İslamiyet’i yaymak
6. İslam ordularının ulaşamadığı diyarlarda tebliğ faaliyetinde bulunmak,
7. Birçok iç savaş ve çekişmelerde ara bulucu rolü oynamak,
8. Ferdin ledünnî-batınî eğitimini sağlamak
1. Türklerin İslamiyeti kabul etmesinde; tarikat ehlinin irşad faaliyetlerinin büyük rol
oynadığı bilinmektedir.
 Hindistan ve Uzakdoğu’da ; Kübrevilik ve Nakşibendilik
 Afrika da ; Senûsîlik, Şazililik, Ticanilik ve Kadirilik,
 Orta Asya ve Sibirya’da ; Yesevilik bu manada hizmetler yürütmüşlerdir.
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
2
8.1. H. VI.(6) VE VII.(7) / M. XII (12) VE XIII.(13) ASIRLAR
1. Abbasi hilafetinin her geçen gün nüfuz ve istikrarını kaybettiği yıllardır.
2. Batı’dan gelen haçlı, Doğu’dan gelen Moğol istilalarının Müslüman dünyayı derinden
etkilediği yıllardır.
3. Bu dönemde tekke ve dergahların önemi artmış, halkın huzur aradığı mekanlar
olmuştur.
4. Bu asırlar tekkelerin kurulup şeyh-mürid ilişkisiyle tarikatların teessüs ettiği,
yayıldığı bir dönemdir.
5. Tarikatlerin kurulmaya başladığı bu dönemlerde, önder şahsiyet mutlak otorite,
aşılmaz şahıs olarak görülmeye başlanmıştır.
6. Şeyh ve mürşidlerin etrafında mürid ve taliplerin halkalanmasında bağlanma
psikolojisinin de etkisi vardır.
7. Tarikat hadisesi, İslam’da yerel unsurların daha fazla birarada bulunduğu bir ortam
oluşturmuştur.
Kuzey Afrika dervişleri def eşliğinde
biraz daha yüksek seviyeye şehirli kesime hitabedenler ney,
Orta Asya orijinli tarikatler de saz eşliğinde zikir düzenlemişlerdir.
8. İlk tarikatlar bu yüzyılda bu dönemde kurulmuş olup,
Bağdat’ta ;Abdülkadir Geylani
Basra’da ;Ahmed Rıfai
Türkistan’da ;Ahmed Yesevi ilk kurulan tarikat büyükleridir.
9. Bu dönem, tarikat kurucusu olarak kabul edilen lider sufilerin öğretilerinin esas
alındığı, taklide dayalı uygulamaların öne çıktığı bir dönemdir.
10. Bu dönem, yeni yazılan eserler yanında aynı zamanda tercüme ve şerh
çalışmalarının başlayıp yaygınlaştığı bir dönemdir.
11. Tasavvufi düşünceler yavaş yavaş felsefi kavramlarla izah edilmeye başlanmış,
güçlü simalar yetişmiştir. Bunlar;
İbn Arabi, Sadreddin Konevi, İbn Farız, Burhaneddin Muhakkık Tirmizi,
Kemal Cendî, Evhadüddin Kirmani, Mevlana, Feridüddin Attar.
Özellikle İbn Arabi’nin tesiri hemen bütün tarikatlarda kendini hissettirmiş, vahdet-i vücud
fikri İslam dünyasında yayılmıştır.
12. Bu dönemde, tekke ve zaviyeler çok yönlü hizmetler görmüşler ve tüm toplum
bireylerini etkilemişlerdir.
Buralar, müridlerin ahlaken yetiştirildiği mekanlardır.
Eğitim-öğretim hem nazarî ve hem de amelî olarak verilmektedir.
13. Bu dönem, tasavvufî düşünceye karşı bazı tepkilerin oluştuğu ve tarikat
uygulamalarından kaynaklanan birtakım ihtilafların da yaşandığı bir dönemdir.
14. Tarikatlardan bir kısmı çıkışı ve devamı itibariyle ehl-i sünnet çizgisindeki bir
özelliğe sahipken, kimileri bâtıl tarikat olarak görülmüş ve yıkıcı, saptırıcı faaliyetlerde
bulunmuşlar, kimileri de zaman içinde, çıkışındaki özelliklerini kaybederek birtakım
olumsuzlukların nedeni haline gelmişlerdir.
15. Ehl-i sünnet tasavvufunun kurumlaştığı dönemdir.
16. Kalenderi, haydari gibi fırkaların tasavvufi kisve altında faaliyet gösterdikleri
dönemdir.
17. Horasan ve Yemen’deki Şia nüfuzu altındaki bölgelerde Bâtınîlik cereyanı bu
dönemdedir.İhvan-ı Safa’nın faaliyetleri bu dönemlerde ortaya çıkmıştır.
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
3
8.2. H. VIII.(8) VE IX.(9) / M. XIV (14) VE XV.(15) ASIRLAR 1. Siyasi otoritenin parçalandığı bir dönemdir 2. Cüveynî, tarih-i Cihangüşâ’da Moğol istilasını: “Geldiler, yakıp yıktılar, öldürüp astılar ve defolup gittiler” cümleleriyle dile getirir. 3. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemine rastlayan bu asırlarda tarikatların en nüfuzlu dönemini yaşamaya başlamıştır. 4. Tarikat çevreleri ile devlet ricali arasındaki münasebet daha da artmıştır. 5. Osmanlı devletinin kuruluşunda dervişlerin olumlu katkılarının rolü büyüktür. 6. Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluşunda etkili olan zümreler, Aşıkpaşazade’nin ifadesiyle, “Abdalan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Ahîyan-ı Rum Baciyan-ı Rum”dur. Bu zümrelerden Gaziyan-ı Rum, fütüvvetin seyfî kolu olarak kabul edilir. 7. Pek çok ahi reisinin Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleşerek buralarda imar ve iskan faaliyeti yürütmüşler, bir yandan da dini tebliğ ve irşad görevi yürütmüşlerdir. 8. Tasavvufi tefekkürün İbn Arabi çizgisinin temsilcileri; Davud el-kayseri ve Molla Fenari görülmektedir. 9. Kurulan ilk medresenin müderrisi olan Davud el-Kayseri, hem medrese ilimlerini hem de tasavvufi tefekkürü en üst seviyede temsil eden bir kişiliktir. 10. Devletin ilk kadı ve hukukçusu olan Şeyh Edebali aynı zamanda bir ahi reisidir. 11. Şeyh Edebali, Vefaiyye tarikatine mensup dur. ilim ve irfanı bir arada toplayabilmiştir. 12. Bu asırlarda yaşayan Yunus Emre (ö. 721/1321) bir tarikat piri olmasa da heyecanlı bir mutasavvıf ve aşk şairidir. 13. Bu asırlarda Anadolu’da tasavvufî tefekkürün yükselişe geçtiği görülmektedir. 14. Ekberiyye, Mevleviyye ve Zeyniyye tarikatları yayılmaya başlamıştır. 15. Osmanlının kuruluş yıllarında Şam bölgesinde yaşamış olan İbn Teymiyye özelikle İbn Arabi ve taraftarlarına karşı tutum almışsa da Osmanlı coğrafyasında taraftar bulamamıştır. 8.3. H. X.(10) / M. XVI.(16) ASIR 1. Tarikatların kuruluşlarını tamamladıkları, şiirsel anlatım ve edebiyatta vahdet-i vücud telakkisinin yaygınlaştığı bir dönemdir. 2. Bu dönem neredeyse bütün tarikatların kuruluşunu tamamladığı, adab ve erkana dair eserlerin teliflerinin sona erdiği bir dönemdir. 3. Bu yüzyılda Anadolu’da en yaygın tarikat Halvetilik’tir. 4. Bu dönemde Osmanlı devlet ricali ile tarikat mensupları arasında müsbet münasebetler dikkati çekmektedir. Özellikle; II. Beyazıt, Yavuz ve Kanuni’nin tarikat çevreleri ile olan ilgisi göze çarpmaktadır. Özellikle seferlerde manevi önderlerin orduya destek amacıyla iştirak ettikleri görülür. 5. Bunun yanı sıra İsmail Maşuki, Hamza Bali ve Muhyiddin Karamani gibi sufilerin idam edildiği görülür. Bu bakımdan tarikat çevreleri ile devlet yönetimi arasında zaman zaman münasebetlerin gerildiği ifade edilebilir. 6. Nakşibendiyye’nin hafi zikri benimsemesi ve müntesiplerine sema etmeyi yasaklaması,ilmiye sınıfının daha ziyade bu tarikata yönelmesine neden olmuştur. 7. Bu dönemde şeyhlerin zahiri ilimlerin yanı sıra aralarında müderris, hattat,kadı, musıkişinas sufilerin de bulunması ilmiye sınıfını tarikatlara biraz daha yaklaştırmıştır. 8. Bu dönemde Osmanlı coğrafyasında özellikle Şeyhülislam İbn Kemal’in İbn Arabi hakkındaki müsbet fetvasından sonra vahdet-i vücud fikrinin daha da yaygınlaştığı görülür.
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
4
8.4. H. XI.(11) / M. XVII.(17) ASIR
1. Asır yükseliş devrinin sona erdiği ve duraklamanın başladığı yıllardır.
2. Tasavvufi düşünce açısından dinamik bir dönem olmakla birlikte zahir ehli ile yaşanan
bazı problemler bu döneme damgasını vurmuştur.
3. Kadızadeliler ile Sivasiler arasında bu asırdaki tekke-medrese kavgası zaman
zaman grupların birbirini tekfire varan boyutlara ulaşmıştır.
4. Kadızadelilerin sert tavırlarına karşılık sufiler onlara sadece eserlerinde reddiyeler
kaleme alarak düzeyli bir karşılık vermişlerdir.
5. Bu yüzyılda tekkelerin birer sanatevi olarak faaliyet gösterdiğini söyleyebiliriz.
6. Sufiler ayrıca tefsir, hadis ve akaide dair eserler de kaleme almışlardır.
7. Bu yüzyıl için Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı eserinde, “Zevkimizin tam
teessüs ettiği yüzyıldır” demektedir.
8.5. H. XII. (12)/ M. XVIII.(18) ASIR
1. Asır, Osmanlı devletinin siyasi, sosyal, iktisadi, ilmi ve askeri alanda hızla
gerilediği bir dönemdir.
2. Yaklaşık 57 sadrazam değişikliğinin gerçekleştiği bir asırda siyasi istikrardan
bahsetmek mümkün değildir.
3. Bu dönemde tarikat çevreleri ile ulema kesimi arasında müsbet münasebet göze
çarpar. Hatta önemli miktarda müderrisin ve devlet yöneticisinin bir şeyhten el aldığı
görülür.
4. Gerileyen tekke ve medrese eğitimine rağmen bu dönemde İsmail Hakkı Bursevi,
İbrahim Hakkı Erzurumî, Şeyh Galib gibi şahsiyetler de yetişmiştir.
5. Bu dönemde Osmanlı devleti bir gerileme sürecine girmekle birlikte tekkelerin bir
cazibe merkezi olmaya devam ettiği ve topluma müsbet katkılarda bulundukları ifade
edilebilir.
8.6. H. XIII. (13) / M. XIX.(19) ASIR
1. Asırda yeniçeri ocağının kapatılması ile Bektaşi tekkelerinin bir süreliğine de
olsa kapatılması dönemin en önemli gelişmelerindendir
2. Bu dönemde Bektaşilik nisbeten tepki çeken bir akım olarak karşımıza çıkar.
3. II. Mahmud’un 1839’da vefatıyla gayr-ı resmi olarak tekrar faaliyetlerine müsaade
edilmiştir.
4. 2. Abdülhamid devrinde bütün müesseseler gibi tekke ve dergahların düzenlenmesi
için birtakım ıslahat hareketleri başlatılmış ve Şeyhülislam’a bağlı olarak faaliyet
gösteren “meclis-i meşayıh” kurulmuştur.
Taşrada aynı faaliyeti yürütmek için “encümen-i meşayıh” tesis edilmiştir.
5. Bu dönemde birçok şeyhin aynı zamanda müderris, kadı, müftü gibi görevler de
aldıkları bilinmektedir.
6. Dönemin meşhur sufileri içerisinde Haririzade, Ahmed Ziyaüddin
Gümüşhanevi,Muhammed Nuru’l-Arabi gibi isimler dikkati çeker.
7. 19. arsıda dikkat çeken bir husus da İbn Arabi ve Mevlana ilgisidir.
8. Bu dönemde bazı tekkeler ehil şeyh bulunamadığı için kapatılmış ve tekkeler
toplumda belli bir nüfuz kaybına uğramıştır.
9. 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’da 300’den fazla tekkenin bulunmaktadır.
10. 19. yüzyılın önemli bir gelişmesi de bu yüzyılda gazete ve dergi neşriyatının
yaygınlaşması üzerine tekke çevrelerinde de bu alanda faaliyetler yürütülmüş, bu
manada, Ceride-i Sûfiyye, Beyanü’l-Hak, Muhibbân ve Tasavvuf dergileri
çıkarılmıştır.
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
5
8.7. H. XIV. (14) / M. XX.(20) ASIR
1. Bu yüzyılın başları Osmanlı Devletinin sıkıntılı günleridir.
2. ilim çevrelerinde, çöküşün nedenleri içerisinde tekkeleri görenler olduğu gibi
tekkelerin yanında başka sebeplerin de bulunduğunu ifade edenler bulunuyordu.
3. Bizzat tarikat mensupları da tekkelerin kendi içinde bazı problemler bulunduğunu,
bunların çözülmesi gerektiğini ifade edenler vardı. “Beşik şeyhliği” en başta gelen
problemdi.
 Tekkelerin çöküşe sebep olan problemleri:
 Liyakatin zaafa uğraması
 İçe dönük bir kurum iken dışa dönük bir mücadeleyi medreselere karşı ön plana
çıkarmaları
 Tarikat içi ve tarikatler arası çekişmeler
 Şeyhliğin tevarüs yoluyla el değiştirmesi
 Devlet ricali ile kurulan düzeysiz ilişkiler
 Vakıf gelirlerinin maddi çıkarların gözetilmesi
 Tarikat taassubu
8.8. TARİKATLARIN TASNİFİ
 Sülemi, “Allah’a varan yollar yıldızların sayısıncadır”
 Necmeddin Kübra da aynı manada, “Allah’a giden yolları yaratıkların nefesleri
sayısıncadır”
 Tarikatları usulleri açısından genel olarak üç kategoriye ayırmak mümkündür:
1. Tarîk-ı Ahyâr: Amel ve ibadet merkezli bir yöntem benimseyen bu yola “zühd ve
ibadet yolu” da denilir.
2. Tarîk-ı Ebrâr: Riyazet ve mücahede yoludur. Sâlik burada kalbini tasfiye etmeyi ve
nefsini tezkiyeyi amaçlar. Çoğu tarikatın yolu budur.
3. Tarîk-ı Şuttâr: Aşk,i cezbe ve muhabbet ehlinin yoludur.
 Bu konuda yapılan bir diğer tasnif, zikir şekillerine göredir. Buna göre;
 Kıyâmî Tarikatlar : Ayakta zikir yöntemini benimseyen,
 Kuûdî Tarikatlar : Oturarak zikir yöntemini benimseyen,
 Hafî Tarikatlar : Sessiz zikir yöntemini benimseyen,
 Cehrî Tarikatlar : Sesli zikir yöntemini benimseyen tarikatlardır.
 Tasavvuf tarihinde en meşhur tarikatları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Kâdiriyye : Abdülkadir Geylânî (ö. 562/1166)
2. Medyeniyye : Ebu Meyden Şuayb (ö. 590/1193)
3. Yeseviyye : Ahmed Yesevî (ö. 562/1166)
4. Rifâiyye : Ahmed er-Rifâî (ö. 578/1183)
5. Kübreviyye : Necmeddin Kübrâ (ö. 618/1221)
6. Sühreverdiyye : Ebu Hafs Ömer Sühreverdî (ö. 632/1236)
7. Çeştiyye : Muinüddin Hasan el-Çeştî (ö. 633/1236)
8. Ekberiyye : Muhyiddin b. Arabî (ö. 638/1240)
9. Şazeliyye : Ebü’l-Hasan eş-Şazelî (ö. 656/1258)
10. Bektaşiyye : Hacı Bektaş-ı Velî (ö. 669/1270)
11. Mevleviyye : Mevlana Celaleddin Rumî (ö. 672/1273)
TASAVVUF ÜNİTE 8 - TARİKATLAR DÖNEMİ
VE ÖZELLİKLERİ
6
12. Bedeviye : Ahmed b. Ali Bedevî (ö. 675/1276) 13. Desûkiyye : İbrahim Desûkî (ö. 693/1295) 14. Sa’diyye : Sadüddin Cibâvî (ö. 700/1300) 15. Halvetiyye : Ömer b. Ekmelüddin Halvetî (ö. 750/1349) 16. Nakşibendiyye : Bahaüddin Nakşibend (ö. 791/1389) 17. Bayramiyye :Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1430) 18. Celvetiyye : Aziz Mahmud Hüdayî (ö. 1038/1628)
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
1
TASAVVUF
ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
9.2. PÎR, ŞEYH, HALİFE, MÜRİD
 PÎR :
 Farsça bir kelime olarak pîr, yaşlı kimse anlamına gelir.
 Tasavvuf tarihinde ise pir; tarikat kurucusu olarak kabul edilen kişiye verilen isimdir.
 PÎR-İ SÂNÎ; Bir tarikata bağlı olmakla birlikte, o tarikata yeni bir yön veren, farklı bir
bakış açısı kazandıran, bu bakımdan bir kol sahibi olan kişiye bu ad verilir.
Örneğin,
Bektaşiliğin pîri : Hacı Bektaş-ı Veli Pîr-i sânîsi : Balım Sultan
Kadiriyyenin pîri : Abdülkadir Geylani Pîr-i sânîsi : İsmail Rumî
Halvetiliğin pîri : Ömer Halvetî Pir-i sanisi: Seyyid Yahya Şirvani’dir.
 ŞEYH :
 Şeyh, Arapça ihtiyar anlamına gelir.
 Şeyh, tarikata giren dervişleri, tarikatın esaslarına göre yetiştiren ve denetleyen sufidir.
 Şeyh yerine mürşid, Afrika’da “mukaddem” kelimesi kullanılır.
 Şeyh, müridin eğitiminden sorumlu olup, müridin istidadına göre, ilgi ve kabiliyetine göre
bir yöntem belirler ve bu yola yatkın ise onu seyr ü süluka kabul eder.
 Şeyh-i ta’lim : Dinî-Tasavvufî konularda bilgi veren şeyhe denir.
 Şeyh-i sohbet : Herkesin sohbetine katılarak kendisinden istifade ettiği şeyhe denir.
 Şeyh-i tarikat : Kendisine bağlı olan müridlerini yetiştiren şeyhe ise denilir ki,
tasavvufta şeyh denilince bu sonuncusu anlaşılır.
 HALİFE:
 Şeyhin irşadla görevlendirdiği kişiye verilen addır.
 Şeyh, manevi eğitimini başarıyla tamamlamış olan müridine irşad yetkisi verir.
Bu yetki yazılı olarak da tescil edilir ki bu belgeye “hilafetname” veya “icazetname”
adı verilir. Ancak bu yetki sınırsız olabileceği gibi sadece belirli konularda verilen bir
görev şeklinde de olabilir.
 Hilafet-i nakısa : Şeyhin hayatı ile sınırlı olan hilafete denir.
 Hilafet-i tâmme : Şeyhinden sonra da geçerli olan hilafete denir.
 Bir şeyh birden fazla halife tayin edebilir.
 Şeyhin icazet verdiği halife, artık tekke açabilir durumdadır.
 DERVİŞ:
 Farsça, kapı kapı dolaşan yoksul demektir.
 Herhangi bir tarikata intisab etmiş kişiye derviş denir.
 Talib, fakîr, ihvan adları da verilir.
 Bir tarikata bağlanmış, sülûk eğitimine başlamış olan kişiye mürid veya sâlik adı da
verilir.
 Bu yola girmeden önce “Tâlib” durumunda olan kişi, bu yola girince mürid olmuştur.
 Mürid,esasen iradesi olmayan kişidir.
Yani, bu yola girinceye kadar iradesi varsa da, girdikten sonra şeyhine teslim olmuştur.
Bu bakımdan iradesi yoktur. Bu eğitim sürecini başarıyla tamamlarsa “vâsıl” olarak
adlandırılır.
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
2
9.2. İNABE-BİAT
 İNABE:
 Tevbe etmek, Allah’a yönelmek demektir.
 Filah şeyhten inabe aldı, demek, o şeyhin bağlı olduğu tarikata intisab etti, bağlandı
demektir.
 Biat genelde bizzat yapılır ve bu sürece “el almak”, “el vermek” denir.
 Bunun dışında törene bağlı inabe haricinde mürşidin tasavvuf sahasında yazdığı bir
eseri anlamak ve tatbik etmek şeklindeki usule “rivayet yolu ile intisab”;
aynı mahiyetteki bir eseri okuyup üzerinde inceleme ve araştırma yapmaya da “dirayet
yolu ile intisab” denir.
 Tasavvufta bey’at/inabe bir tür ahidleşme olarak görülmelidir.
9.3. SİLSİLE
 Zincir anlamına gelir.
 Sufilerin zincir halkalarına benzeyen şeyhler vasıtasıyla Hz. Peygamber’e , nihayet
Allah’a ulaşmak için kabul ettikleri esastır.
 Herhangi bir tarikatın birbirlerine icazet veren şeyhlerinin isimlerini ihtiva eden liste
olarak da tanımlanabilir. Bu listeyi içeren belgeye de “silsilename” adı verilir.
Tarikatın meşruiyetini ifade eder.
 Silsile ilk asırlarda özellikle hadis ilminde kullanılmıştır.
 Silsilede ehl-i beytten birisinin bulunması durumunda bu silsileye altın silsile anlamına
gelen “silsiletü’z-zeheb” adı verilir.
 Mistisizm ile tasavvuf arasındaki en belirgin farklardan biri de silsilelerdir.
 Tasavvuf düşüncesinde tarikat silsileleri Hz. Peygamber ile başlatılır.
 Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir kanalıyla gelen silsile yaygınlık kazanmıştır.
 Hz. Ali’den gelen silsile “Aleviyye”,
Hz. Ebu Bekir’den gelen silsile ise “Bekriye/Sıddîkıyye” olarak adlandırılır.
 Nakşibendiyye tarikatı Hz. Ebu Bekir, diğerleri de Hz. Ali ile Hz. Peygamber’e
bağlıdırlar.
 Görmediği bir şeyh tarafından terbiye edilen sufiye “üveysî”,
Bu meşrebe ise “üveysîlik” denir.
9.4. KOL-ŞUBE
 Tarikatlar içerisinde en fazla kol ve şubesi bulunan tarikat Halvetiyye’dir.
9.5. ADAB – ERKÂN
 Tarikatlardaki tören, merasim ve geleneklere adab-erkan adı verilir.
 Bu ritüeller, tekkelerin kurulmaya başlamasıyla görülmeye başlanmıştır.
 Adab-erkan yönünden en zengin tarikat Mevlevîliktir.
 ÂDÂB-I SÛFİYYE : Sufilerin uydukları ve uyguladıkları kurallara denir.
 ÂDÂB-I TARİKAT”, ÂDÂB VE ERKÂN: Tarikat ehlinin benimsediği esaslara denir.
 ÂDÂB-I ŞEYH : Şeyhin dikkate alması gereken kaidelere denir.
 ÂDÂB-I MÜRİD : Müridin tabi olması gereken kurallara denir.
 Sufiler iki türlü âdâbdan bahsederler.
1. Zahirî/şer’î âdâb : Tasavvufun temelidir.
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
3
2. Batınî âdâb :Tefekkür ve kalbin halleriyle ilgilidir.
 ÂDÂBÜ’S-SÜLÛK: Keşf ve müşahede makamına ermek isteyen kişinin riayet etmesi
gereken kurallar bütünüdür.
 Müridlere yol göstermek üzere kaleme alınan eserlere genel olarak ;
1. Âdâbü’l-Mürîdîn
2. Vesâyâ
3. Tarîkatnâme
4. Hurde-i Tarîkat,
5. Mi’yâr-ı Tarîkat gibi isimler verilmiştir.
9.6. HIRKA
 Dervişin hırka giymesi kendi iradesinden sıyrılıp, şeyhe teslim olmasını sembolize
eder.
 Eğitimini tamamlayıp şeyhlik yapmaya hak kazanan sufiye icazetname/hilafetname
verilir.
 Şeyhin İcazetname vermesine ilbas-ı hırka,
- müridin almasına libas-ı hırka,
- bu hırkaya da hırka-i tarikat denir.
9.7. ZİKİR
 Sesli zikri esas alan tarikatlar cehrî, sessiz zikri esas alan tarikatlar ise hafî
tarikatlardır.
 Müridin yapmış olduğu zikre “vird”, okuduğu duaya “hizb” adı verilir.
 Zikirde esas olan daimî olarak Allah’ı anma haline ulaşmak, yani zikr-i daimdir.
 Zikirde esas unsur diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak Allah’ı anmaktır.
 Tarikatlarda zikir müşterek bir unsur olmakla birlikte farklı adlandırmalar da
sözkonusudur.
 Sözgelimi;
 Kadirî zikri : Deverân,
 Halvetiler’in zikri : Darb-ı esmâ,
 Rifâî ve Sa’dîler’in zikri : Zikr-i kıyâm
 Yesevîler’in zikri : Zikr-i erre
 Celvetîler’in zikri : Nısf-ı kıyâm
 Mevlevî zikri : Semâ
 Nakşibendîler’in zikri : Hatm-i Hâcegân adı verilir.
9.8. HALVET –ÇİLE
 HALVET: Sufilerin manevi eğitim süreci içerisinde halktan uzak yaşamak suretiyle
inzivaya çekilmelerine denir.
 Halvetle bağlantılı bir kavram da, Farsça “Kırk” anlamına gelen “çhil”den türemiş olan
“Çile”dir. Çile’nin Arapça karşılığı “erbaîn”dir.
 Sâlikin sakin bir yere çekilip zikir ve ibadetle meşgul olmasıdır.
 Çilede yaygın olan uygulama 40 gündür.
 Çilenin şartlarını yerine getirmeyenler için “çile kırmak” denir.
 Çileyi normal zamanda tamamlaya “çile çıkarmak”, çıkarana da “çilekeş” denir.
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
4
 Çilede amaç ; bir seviye kazanmaktır. İnsanlarla bütünleşme, hayatı anlama anlayışı
yerleştirilmeye çalışılır. Amaç eziyet vermek, ızdırap vermek değildir.
 HALVET DER ENCÜMEN: Bu tabir, fiilen halk içinde olmakla birlikte kalben Hakk’tan
gafil olmamayı ifade eder.
 ÂRİF: Abdülkerim Kuşeyri de ârifi “kâin ve bâin” olan kişi olarak tanımlar.
 Bu, halk içinde iken onlara gönlünü kaptırmayan kişi olmak anlamına gelmektedir. Bu
durum “celvet” olarak da adlandırılmıştır.
 Halvet der Encümen prensibi özellikle Nakşibendiyye’de üzerinde durulan bir husustur.
 HALVETHANE: Sufilerin halvet uygulamasını yaptıkları küçük ve dış dünyaya kapalı
mekanlara halvethane veya çilehane adları verilir.
 Melâmîler, Mevlevîler ve Nakşibendîler tarikatlarında halvet uygulamasına yer
vermemişlerdir.
9.9. SEYRÜ SÜLÛK
 Müridin dervişliğe başlayışından vuslatını tamamladığı noktaya kadar yaptığı manevî
yolculuğa denir.
Bu tekâmülü gerçekleştiren sufiye de “sâlik, seyyâr” adı verilir.
 Seyr ü Sülukün merhaleleri şu şekilde ifade edilebilir:
 Seyr ilallah : Nefisten kalbe doğru yolculuktur.
 Seyr fillah : Allah’ın vasıflarını kazanmak.
 seyr maallah : zahir-bâtın ikiliğinden kurtulanlar, velâyetin sonuna ulaşma
 Seyr anillah : İrşad için tekrar halka dönmek. Vahdetten kesrete dönüş.
 Sufilerde bu yolculukta nefsin katedeceği 7 mertebe bulunur (etvâr-ı seb’a):
1. Nefs-i Emmâre:
 Sâlik bu mertebede behîmî arzularının esidir.
 Bu mertebede kelime-i tevhid zikri yapılır.
2. Nefs-i Levvâme:
 Sâlik kötülük işlemeye devam eder, ancak bundan pişmanlık duyar.
 Dolayısıyla nefs kötülükten iyiliğe doğru dönmüştür denilebilir.
 Bu mertebede “Allah” zikrine devam edilir.
3. Nefs-i Mülhime:
 İlham ve keşfe mahzar olan nefistir.
 Bu mertebede nefis, bayağı isteklerine direnmeye gayret eder.
 Ayrıca şeytanın saptırma tehlikesi de mevcuttur.
 Sâlikin nefsine bazı ilhamlar gelebilir.
 Sâlik, “Hû” zikri ile meşgul olur.
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
5
4. Nefs-i Mutmainne:
 Bu mertebede sâlik kalbinden masivayı çıkarmıştır, kalbi huzur ile dolmuştur.
 Bu mertebede “Hak” zikrine devam eder.
 Birtakım keşf ve kerametlerin de yaşanabileceği bu mertebe nefs ve şeytanın
aldatması mümkündür.
5. Nefs-i Râdıyye:
 Bu makamda sâlikte beşerî sıfatlar yok olmaya başlar. “Hayy” zikri yapılır.
6. Nefs-i Merdıyye:
 Bu makamda Allah sâlikten razı, sâlik de Allah’tan razıdır.
 Bu makamda “Kayyûm” zikrine devam edilir.
7. Nefs-i Kâmile:
 Sâlik en üst mertebede olup, kesrette vahdete ulaşmıştır.
 “Sâlik “Kahhâ” zikri ile meşgul olur.
 Artık ilahi sırlara vâkıf olmuş, kâmil bir mürşid olma ehliyetine sahip olmuştur.
9.10. TEKKE
 Tekke; ribat, zaviye, hankah, dergah, asitane gibi isimlerle de anılır.
 RİBATLAR: Hudut boylarında bulunan kale ve hisar türünden yarı askerî yarı
tasavvufî müesseselerdir.
 Ribatlar, İlk defa Hasan Basrî’nin müridlerinden Abdülvahid b. Zeyd tarafından
kurulmuştur.
 İlk tekke ise Filistin’in Remle kasabasında kurulmuştur.
 10.ve 11. asırlardan sonra ribat kelimesi hankah ve tekke manasına kullanılmaya
başlamıştır.
 Tekke, Arapça “tekye” kelimesinden gelir ve dayanacak yer anlamındadır.
 Tarikatın zikir, âyin ve sohbetlerinin yapıldığı mekanlar için kullanılır.
 HANKAH: Farsça “hanegâh”tan türemiştir.
 Hankahların büyüğüne tekke, küçüğüne ise zaviye denir.
 Âsitâne ise, büyük ve merkez tekkeler için kullanılır.
 Tekkelerin bulundukları bölgelere göre icra etmiş oldukları birtakım fonksiyonları:
1. İbadet için kullanılırlar. Tarikat mensubu olsun-olmasın tekkeler ibadet yeri olarak
fonksiyon icra etmişlerdir.
2. Okuma-yazma ve dini eğitim verilir.
3. Ayrıca tekkeler çok değerli kitap koleksiyonlarına da ev sahipliği yapmışlardır.
4. Tekkeler, kütüphane olarak da hizmet yürütmüşlerdir.
5. Zaman zaman toplanılıp istişarelerin yapıldığı mekanlardır.
6. Gezgin ve yolcuların konakladığı kervansaraylardır.
7. Hastaların, düşkünlerin başvurduğu ve bakımlarının yapıldığı müesseselerdir.
8. Bu bakımdan tekkelerin bir tür darü’l-aceze olarak da hizmet veren mekanlar
olduğu görülmektedir. Bazı tekkeler ruh ve sinir rahatsızlıkları için tedavi merkezi
olmuşlardır.
9. Yoksulların ihtiyaçlarının karşılandığı imarethanelerdir.
10. Osmanlılarda halk ile devlet arasında irtibatı sağlar.
11. Tekke bağlıları, hayırlarını kalıcı hale getirmek için çok zengin vakıflar kurmuşlardır.
TASAVVUF ÜNİTE 9 - TARİKATLARDA MÜŞTEREK UNSURLAR
6
12. İmar ve iskan faaliyetlerinde önemli hizmetler yerine getirmişlerdir. 13. Özellikle Osmanlı Devleti zamanında sınır boylarındaki tekkelerin istihbarat amaçlı olarak faaliyette bulundukları bilinmektedir. 14. Tekkeler, özellikle Mevlevihaneler kültür, sanat ve musıkînin abide eserlerinin üretildiği mekanlar olarak karşımıza çıkmışlardır. 15. Bazı tekkelerde spor faaliyetleri de yapılmaktaydı. 9.10.1. TEKKELERDE EĞİTİM Tekkelerde eğitim dört türlü olur: 1. Yazılı eğitim:  Tarikat pirleri, düşüncelerini yazılı olarak ifade eder.  Bazen tekke mensuplarını irşad amacıyla mektuplar kaleme alır. 2. Uygulamalı eğitim:  Tekkelerde zikir, sohbet, merasimler tertip edilir. 3. Hal ile eğitim:  Tekkelerde eğitim süreci emirler suretiyle olmaz.  Şeyh, tavır ve davranışlarıyla örnek olur ve bu şekilde müridlerini yönlendirirdi.  4. Sözlü eğitim:  Şeyhin sohbet ve irşad tarzındaki konuşmaları şeklinde gerçekleşir.  Şeyh, sadece müridlere değil halka yönelik olarak da sohbetler yapar, burada ibadet ve ahlaka dair konulara değinirdi.
TASAVVUF ÜNİTE 10 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR
1
TASAVVUF
ÜNİTE 10 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR
 12. ve 13. yüzyıllar tarikatların teşekkül devridir.
 Bugünkü manada tekkesi, şeyh mürid ilişkileri, evrad ve ezkarı ile tarikatlar ilk olarak;
 Türkistan’da ; Ahmed Yesevi
 Bağdat’ta ; Abdülkadir Geylani
 Basra’da ; Ahmed er-Rifaî ile oluşmaya başlamıştır.
10.1. YESEVİYYE
 “Pîr-i Türkistan” Ahmed Yesevi (ö. 562/1166)’ye nisbet edilen tarikat, bu bölgede
kurulan ilk tarikat olma özelliğine sahiptir.
 Ahmed Yesevi, Arslan baba’nın vefatından sonra Buhara’ya gitmiş ve burada Yusuf
Hemedânî’ye intisab etmiştir.
 Ahmed Yesevi, 63 yaşına gelince Hz. Peygamber’e hürmeten yer altına bir hücre
yaptırmış, kalan ömrünü burada riyazet ile geçirmiştir.
 Ahmed Yesevi’nin geçimini sağlamak için tahta kaşık imal edip sattığı nakledilir.
 Mürşidi Yusuf Hemedanî gibi bir Hanefî âlimi olan Ahmed Yesevî aynı zamanda
medrese eğitimi de almış, bu bakımdan Türk boylarının İslamî kimliğinin
oluşmasında önemli hizmetlerde bulunmuştur.
 Orta Asya kadar Anadolu’nun İslamlaşmasında da Yeseviliğin tesiri oldukça
fazladır.
 Ancak Yesevilik bağımsız bir tarikat olmaktan çok, Anadolu’da kendisinden sonra
gelen tasavvuf ekolleri içerisinde erimiş ve fakat düşünceleri saklı kalmıştır.
 Ahmed Yesevi düşüncelerini kısa ve özlü şiirlerle dile getirmiş,
 Onun, “Hikmet” adı verilen bu sözleri sanat gayesinden uzak didaktik şiirler olarak
kabul edilmektedir.
 Daha sonra müridleri tarafından bu sözleri, “Divan-ı Hikmet” adıyla derlenmiştir.
 Yesevilik, Taşkent bölgesinde öncelikle yayılmış, ardından Maveraünnehir ve
Horasan, Azerbaycan ve Anadolu’ya ulaşmıştır.
 Özellikle Nakşibendiyye ve Bektaşiyye, Yeseviliğin devamı mahiyetinde görülen iki
tarikat olarak kabul edilir.
 Yesevilik’te halvet uygulamasının önemli bir yeri vardır.
Ahmed Yesevi’ye göre halvet, şeriat halveti ve tarikat halveti olmak üzere iki çeşit halvet
vardır.
1. Şeriat halveti: Bütün ayıplardan kurtulmak için, her türlü günahtan tevbe etmek
esasına dayalıdır.
2. Tarikat halveti: Mürşid tarafından belirlenir.
Cehrî zikrin benimsendiği tarikatin benimsemiş olduğu bu zikre “ZİKR-İ ERRE” veya
“ZİKR-İ MİNŞÂRΔ adı verilir.
Sâlikler zikrederken testere sesine benzer bir ses çıkardığı için bu adla anılır.
Yesevilik’te mutedil bir İslam anlayışının benimsendiği, aşırı uygulamalardan
kaçınıldığı görülmektedir.
Bu bakımdan, Ahmed Yesevi’nin hikmetlerine bakıldığında ehl-i sünnet çizgisinde
bir din ve tasavvuf anlayışının savunulduğu ifade edilebilir.
TASAVVUF ÜNİTE 10 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR
2
10.2. KADİRİYYE
 İslam dünyasındaki en yaygın tarikatlardan olan Kadiriyye’nin pîri Abdülkadır
Geylani dir.
 Hocası Ebu Said el-Muharrimî’nin kendisine Babülerec’de tahsis ettiği medresede
zahiri ilimler okuttu.
 Hocası Ebu Said, onu inzivadan çıkarıp şeyhlik hırkası giydirdi.
El-Gunye li Tâlibi Tarîki’l-Hakk el-Füyuzâtü’r-Rabbâniyye
Fütûhu’l- Gayb Cilâü’l-Hâtır
el-Fethu’r-Rabbânî Mektûbât
Sırru’l-Esrâr başlıca eserleridir.
 Abdülkadir Geylanî, eserlerinde sade ve akıcı bir dil kullanmaya özen
göstermektedir.
 Başlangıçta Şafii iken daha sonra Hanbelî mezhebini benimsemiş, bu değişiklik
görüşlerine de yansımıştır.
 Müteşabih ayetleri yorumlamaktan kaçınan Abdülkadir Geylani, dinin zahirî
hükümlerine karşı oldukça titizdir.
Bu bakımdan o, İbn Teymiyye tarafından da takdir görmüştür.
“Uyun, uydurmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin; yakınmayın, temizlenin, kirlenmeyin”
ABDÜLKADİR GEYLANİ
 Kadiriye, İslam dünyasının en eski ve yaygın tarikatlarından biri olarak
Endonezya’dan Kuzey Afrika ve Sibirya’ya kadar geniş bir alanda yayılmıştır.
 Anadolu’ya ilk olarak Eşrefoğlu Rumi (ö. 1470) ile girmiştir.
 Tarikatın İstanbul’un gündelik hayatına girişi ise İsmail-i Rumî (ö. 1631) ile olmuştur.
 Kadiriyye’nin pek çok şubesi olmakla birlikte Anadolu’da yaygın olan kolları;
Eşrefoğlu Rumî’ye nisbet edilen Eşrefiyye
İsmail-i Rumî’ye nisbet edilen Rumiyye’dir.
 Kadiriyye’de süluk eğitimi; Esma-yı seb’a zikri ile gerçekleştirilir.
 Tarikatta cehrî zikir icra edilir ve kıyamî olarak yapılır.
10.3. RİFÂİYYE
 Seyyid Ahmed er-Rifâî (ö. 578/1182) tarikatın kurucusu olarak kabul edilir.
 Ahmed Rifaî’nin seyyid olduğu hususunda tüm kaynaklar hemfikirdir.
 Ali el-Vâsıtî’den de istifade etmiş, Vâsıtî ona icazet vermiş ve “Herkes üstadıyla,
ben ise talebem Rifaî ile iftihar ederim” diyerek Ahmed Rifaî’ye zahir ve batın
ilimlere vukufiyetini ifade etmek üzere “Ebü’l-Alemeyn” ünvanı vermiştir.
 Şöhreti artan Ahmed Rifaî’ hakkında bazı şikayetler ve dedikodular üretilmiş, Halife
el-Muktefî konuyu tahkik etmek üzere bir müfettiş görevlendirmiş, neticede
şikayetlerin yersiz olduğu anlaşılmıştır.
Ahmed Rifaî’nin başlıca eserleri şunlardır:
Hizbü’l-Esrâ, el-Hikemü’r-Rifâiyye el-Burhânü’l-Müeyyed
el- Mecâlisü’s-Seniyye el-Erbeûne Hadisen Hâletü Ehli’l-Hakika maallah
TASAVVUF ÜNİTE 10 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR
3
 Ahmed Rifaî’nin tarikat anlayışı Kur’an ve Sünnet merkezlidir.
 Zahir ve batın birlikteliğini savunan Ahmed Rifaî hakikatin şeraite muhalif
olamayacağını ifade eder.
 Rifaiyye tarikatı, Ahmed Rifaî’nin adıjna nisbetle Ahmediyye,
Batâih bölgesinden olması nedeniyle de Batâihiyye olarak da anılır.
 Rifaiyye, 12. asırda ortaya çıkan Yeseviyye ve Kadiriye ile birlikte ortaya çıkan ilk
üç tarikattan biridir.
 Rifaiyye cehrî ve kıyamî zikri benimsemiştir.
 Oldukça canlı bir zikir uygulaması olan Rifaîlerin zikrinde zaman zaman vücudun
değişik yerlerine şiş saplamak, kızgın demiri yalamak, kor haline gelmiş taşa
dokunmak gibi uygulamalara rastlanıldığı da olur. Bu uygulamalara “BURHAN” adı
verilir.
 Rifaiyye’nin, Haririyye, Sayyadiyye Aziziye, Vâsıtiyye gibi çok sayıda şubesi
bulunmaktadır.
10.4. BEKTÂŞİYYE
 Bir Türkmen şeyhi olan Hacı Bektaş Vefaî şeyhi Baba İlyas’ın halifelerindendir.
 Nişabur’da doğan Hacı Bektaş’ın asıl adı Muhammed’dir.
 Hacı Bektaş’ın tasavvufi eğitimini Ahmed Yesevi’nin müridlerinden Lokman
Perende’den aldığı nakledilir.
 Hacı Bektaş ile ilgili kaynakların çoğunluğu onu Sünni bir mutasavvıf olarak
görmemektedir.
 Onu Sünni bir mutasavvıf olarak kabul edenle ise kendisine izafe edilen Makalât adlı
esere dayanarak bu görüşlerini temellendirmeye çalışırlar.
 Hacı Bektaş öncelikle Yesevî geleneğinden etkilenmiştir.
 Bu bakımdan o, Yeseviyye ve Kalenderiyye’nin karışımı olarak görülebilecek
Haydariye tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya gelmiştir.
Hacı Bektaş’a atfedilen eserler şunlardır:
Makalât Kitabü’l-Fevâid Nesâyih Risale,
Tefsir-i Fatiha Şerh-i Besmele Şathiye.
 İslam’ı basit ilkeler ile konar-göçer Türkmen zümreleri arasında yaymaya gayret
göstermiştir.
 Osmanlı Beyliği başta olmak üzere batı ve Orta Anadolu’da menkıbeleri Abdal Musa
kanalıyla yayılmıştır.
 16. yüzyılın başlarında Balım Sultan, Hacı Bektaş’ın adını kullanarak bugünkü
bilinen şekliyle tarikatı kurmuştur.
Bektaşiliğin mahiyeti, doktrini, ilkeleri konusunda da, hacı bektaş’ın şahsı ile ilgili
olarak dile getirilen farklı yaklaşımların nedeni;
 Bektaşiliğin teşekkülünde oldukça fazla sayıda akım ve kültürün etken olması
yatmaktadır
Kalenderilik, melâmet, Yeseviyye, Şiilik, İslam öncesi inançlar, Hıristiyanlık,
bütün bunlar Bektaşilik içerisinde bir şekilde var olan unsurların başında sayılabilir.
TASAVVUF ÜNİTE 10 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR
4
Bektaşiliğin tarihsel seyrini daha net bir biçimde görebilmek için bu tarikatın
tarihini üç ana dönemde ele almak gereklidir:
1. 13. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın başlarına kadar geçen dönem.
2. 16. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen dönem.
3. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen dönem.
İLK DÖNEM:
 Hacı Bektaş ile başlayıp Balım Sultan (ö. 922/1516)’a kadar olan dönemdir.
 Bu dönemde Hacı bektaş merkezinde gelişen bir yapı sözkonusudur.
 ibahî bir tutum benimsenmemiştir.
İKİNCİ DÖNEM:
 Balım Sultan ile başlayıp 1826’ya kadar devam eden süreçtir.
 Bu dönemde Bektaşilik Kalenderilik’ten ayrılmış ve taşrada sağlam bir teşkilat
oluşturmuştur.
 Bu dönemde Bektaşiliğe Bâtınî, Hurufî, şii, Şamanist ve Hıristiyanî unsurlar dahil
olmuş ve tarikatın çehresi tamamen değişmiştir.
 On iki imam anlayışı, şarap içme, kulağa küpe takma, haramlara karşı lakaydlik,
Hak-Muhammed-Ali inancı, hulul gibi telakkiler Bektaşilik için artık yabancı değildir.
ÜÇÜNCÜ DÖNEM :
 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla başlar,1925’te tekkelerin kapatılmasına
kadar devam eder.
 1826’da Vak’a-i Hayriye olarak adlandırılan hadise neticesinde;
 Bektaşi tekkeleri de yasaklı hale gelmiş, bazı Bektaşi babaları idam edilmiş veya
sürgüne gönderilmiştir.
 Bektaşiler, bu sıkıntılı dönemde kendilerini gizlemek maksadıyla yollarına “TARÎK-I
NÂZENÎN” adını vermişlerdir.
 1908 yılında II. meşrutiyet’in ilanından sonra tekrar eski gücüne kavuştuğu
görülmektedir.
 Bektaşi erkanı, “dört kapı kırk makam” ile ifade edilmektedir ki bunlar;
şeriat, tarikat, marifet, hakikattir.
Bu sıralama kulun yolculuğunun aşamalarını ifade eder.
Her bir kapının on makamı bulunmaktadır.
10.5. BAYRAMİYYE
 Anadolu kökenli bir tarikat olan Bayramiyye’nin piri Hacı Bayram-ı Veli dir.
 Ankara’nın Solfasol (Zü’l-Fadl) köyünde doğmuştur.
 Hacı Bayram-ı Veli, Somuncu Baba adıyla bilinen Hamidüddin Aksarayî’ye (ö.
815/1412) intisab etmiştir.
 şeyhinin tavsiyesi ile de ziraat ile de uğraşmıştır.
 Onun bize ulaşan birkaç şiirinden başka bir eseri bilinmemektedir.
 Hacı Bayram-ı Veli’nin tasavvuf anlayışında sohbet önemli bir yer tutar.
 Onun anlayışında sohbet bir terbiye ve eğitim yöntemi olarak benimsenmiştir.
 Tarikatin şemsiye kolunda cehrî zikir,
Melâmiyye kolunda ise “gönül bekleme” adı verilen hafî zikir benimsenmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 11 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR II
1
TASAVVUF ÜNİTE 11 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR II 11.1. NAKŞİBENDİYYE  Tarikatın piri olarak kabul edilen Muhammed Bahaeddin Nakşibend dir. (ö.791/1389)  Buhara’da Kasr-ı Arifân’da doğmuştur.  Onun metodunu; “Bizim tarikatimiz sohbettir. Halvette şöhret ve afet vardır. Hayır cemiyette, insanlarla bir arada bulunmaktadır.” Sözüyle açıklar.  “Tarikatiniz hangi esas üzerine kuruludur?” sorusuna Bahâeddin Nakşbend'in (ö. 791/1389) “Halvet der-Encümen” şeklinde cevap vermiştir.  Nakşibendiyye “Sıddîkıyye”, “Tayfûriyye” ve “Hâcegâniyye” gibi değişik adlarla adlandırılmıştır.  Nakşibendiyye Orta Asya’da oldukça güçlenmiştir.  Tarikatın Hindistan’daki en önemli temsilcisi ise “İmam-ı Rabbanî” ve “Müceddid-i Elf-i Sânî” ünvanlarıyla tanınan Ahmed Faruk Sirhindî’dir  Nakşibendiler Abdülhalık Gücdüvanî’den sonra genelde sessiz/hafî zikri tercih etmişlerdir.  Bu yola has olarak yapılan toplu zikre de “hatm-i hacegan” adı verilir. Bu zikre tarikat mensupları dışında kimse katılamaz.  Tarikatta daimi zikre ulaşmak için yerine getirilmesi gereken 11 ilke vardır.Bunlar: 1. Hûş der dem: Her nefeste Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlamak, zamanı boşa geçirmemektir. 2. Nazar ber kadem: Atılan her adımda gafletten uzak durmaktır. 3. Sefer de vatan: Halktan Hakk’a sefer etmek, dünyevî düşüncelerden kurtulup Allah’a doğru yolculuk yapmaktır. 4. Halvet der encümen: Halk içinde Hakk ile beraber olmak, görünüşte halk ile birlikte, işinde gücünde olduğu halde gerçekte Hakk’tan bir an bile gaflet içinde olmamaktır. 5. Yâd kerd: Dilin kalble beraber zikri, müridin şeyhi tarafından kendisine verilen virdi dili ve kalbi ile zikretmesidir. 6. Bâz geşt: Zikirde hatıra gelen düşünceleri uzaklaştırmak, her zikredişinde acziyetini hatırlamaktır. 7. Nigâh dâşt: Muhafaza etmek demektir. Kalbi masivadan uzaklaştırmak anlamına gelir. 8. Yâd daşt: Hiç unutmaka, devamlı anmak demektir. Hak yolcusunun huzur halinde olması, Allah’ı anmasının sürekliliğidir. 9. Vukûf-i Zamanî: Yaşanan her anın farkında olmak, her an ve halin muhasebesini yapabilmektir. 10. Vukûf-i Adedî: Çektiği zikrin farkında olmak, adedi korumaktır. Bu, dikkati bir noktaya toplamaya katkıda bulunur. 11. Vukûf-i Kalbî: Kalbi, zikrettiği varlık ile meşgul etmek, zikir esnasında kalbde Allah’tan başkasına yer vermemektir. Bu esaslardan Vukûf-i Zamanî, Vukûf-i Adedî ve Vukûf-i Kalbî Bahaeddin Nakşibend tarafından tesbit edilmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 11 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR II
2
11.2. MEVLEVİYYE
 Mevlana Celaleddin Rumi’ye (ö. 672/1273) nisbet edilen tarikattır.
 Belh şehrinde dünyaya gelen Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’dir.
 Ona göre ölüm gerçek sevgiliye bir kavuşma olduğundan bu günün bir yas değil
kutlama olmasını (şeb-i arûs) istemiştir.
 Mevlevilik, esas itibarıyla Mevlana Celaleddin’in oğlu Sultan Veled tarafından tesis
edilmiş bir tarikattır.
 Mevlevi zikrine “semâ” adı verilir.
 Mevlevi âyininin belli bir adab ve erkan çerçevesinde yapılması Pir Adil Çelebi
zamanına rastlamaktadır.
 Mevlevi ayini kıyamet gününü tasvir eder.
 Mevlevi dervişinin başındaki sikke mezar taşını, tennure kefenini, sırtındaki hırka
da kabrini tasvir eder. Ney, insan-ı kamili, neyin üflenmesi ise ölümden sonra sûr
sesiyle dirilmeyi ifade eder.
 Mevlevi yolunun semâdan başka bir diğer önemli özelliği de “çile”dir.
 Tarikatta çile 1001 gün olarak belirlenmiştir.
 Çileye giren derviş bu süre zarfında tekkeyi izinsiz terk edemez.
 İzin almadan çıkarsa “çile kırgını” olur.
 Çilesini çıkarmış dervişe “dede” adı verilir.
 Mevleviliğin şubesi olmamakla beraber, “Veled” ve “Şems” meşrebleri vardır.
Veled yolu zahidane bir tarzı benimserken
“Şems” yolu aşk ve cezbe yoludur.
11.3. HALVETİYYE
 Tarikatın kurucusu olarak kabul edilen Ömer Halvetî dir. (ö. 800/1397)
 Seyyid Yahya Şirvanî (ö. 1457) ile Halvetiyye Azerbaycan’da yayılmış, buradan
Anadolu ve Balkanlar’a, Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada faaliyetlerini
sürdürmüştür.
 Halvetiyye Osmanlı Devleti’nde en yaygın olan tarikatların başında gelir.
 Halvetilik Seyyid Yahya Şirvani’den sonra dört ana kola ayrılmıştır.:
1. Ruşenilik : Dede Ömer Ruşenî (ö. 1486)
2. Cemalîlik : Cemal Halvetî (ö. 1493)
3. Ahmedîlik : Ahmed Şemseddin Marmaravî (ö. 1504)
4. Şemsîlik : Şemseddin Ahmed Sivasî (ö. 1597)
 Tarikatlar içerisinde en fazla şubesi bulunan tarikatın Halvetilik dir.
 Halvetiyye’de manevi eğitim 7 yedi isimle yapılmaktadır (La ilahe illallah, Allah, Hu,
Hak, Hay, Kayyum, Kahhar).
 Yedi isme karşılık nefsin emare, levvame, mülheme, mutmaine, râziyye, merzıyye
ve kâmile olmak üzere yedi sıfatı bulunmaktadır.
 Halvetiler’in toplu olarak yapmış olduğu zikre “devrân” ve “darb-ı esmâ” adı verilir.
 Halvetilik’te Cehrî/sesli zikr icra edilmektedir.
 Ney, kudüm ve def de enstrüman olarak kullanılmaktadır.
TASAVVUF ÜNİTE 11 - BELLİ BAŞLI TARİKATLAR II
3
11.4. CELVETİYYE  Celvetiyye’nin piri Aziz Mahmud Hüdayi dir. (ö. 1038/1628),  Tasavvufta esas olarak bir makam olan halvet ve celvet daha sonraları birer tarikata ad olmuştur.  Esas itibarıyla Celvetiyye Halvetiyye’nin bir kolu dur.  Aziz Mahmud Hüdayi :“Bizim tarikimiz hem halvetî hem de Celvetîdir” diyerek bu irtibatı ifade eder. Ayrıca Celvetiyye’nin Bayramiyye ile de bir ilgisi söz konusudur.  Aziz mahmud Hüdayi halktan sultanlara kadar geniş bir kitleyi tesiri altına almıştır.  III. Murad, I. Ahmed, II. Osman ile yakın temasları olmuştur.  IV. Murad’a saltanat kılıcını kuşatmıştır.  Tarikatın, Selâmilik, Hakîlik, Fenaîlik ve Haşimîlik olmak üzere dört kolu vardır.  Celvetiyye, Hz. Ali kanalıyla geldiği için cehrî zikri benimsemiştir.  Sülukün esasını tevhid zikri teşkil etmektedir. Ancak tarikatta sessiz zikir de telkin edilmiştir.  Celvetiyye’nin zikrine “nısf-ı kıyâm” adı verilir. Diz üstüne kalkılarak icra edilen bu zikre “Hızır Kıyamı” da denilmektedir.  Saçlı İbrahim Efendi, Atpazarî Osman Fazlı İlahî ve İsmail Hakkı Bursevî gibi seçkin simalar tarafından tarikat temsil edilmiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 12 - TASAVVUF KAVRAMLARI
MAKAM-HAL-VAKT
1
TASAVVUF
ÜNİTE 12 - TASAVVUF KAVRAMLARI, MAKAM-HAL-VAKT
12.1. TASAVVUF KAVRAMLARININ ORTAYA ÇIKIŞI, TEMEL KAYNAKLAR
 Tasavvuf kavramlarının ortaya çıkış nedenleri şunlardır:
1. Anlaşılması zor konuların ehli tarafından daha kolay anlaşılmasını sağlamak
2. Ehil olmayanlardan tasavvufi sırları saklamak
3. İlim olmanın doğal bir gereği olması
4. Tasavvufa yönelik bazı tenkitlerin etkisiyle özellikle zahir ehline karşı ifade edilme
zorunluluğu.
 Hıristiyan teolog ECKHART, “Tanrı hakkında ne söylerseniz söyleyin, gerçekle ilgisi
yoktur” demektedir.
 Bu ifade, Allah hakkındaki konuşmaların imkanını dışlamayıp, kelimelerin nesneleri
temsildeki yetersizliklerini ifade eder.
 Kelimeler gerçeklikler değildir, ezeli gerçeklik ise hiç değildir
Tasavvufta görüş alanı genişlediği ölçüde ifade imkanı daralmaktadır.
Çünkü tecrübe somuttan soyuta doğru gitmekte ve beşeriyet gittikçe kaybolmaktadır
Tasavvuf ıstılahlarının gelişim sürecini 4 aşamalı olarak ele almamız mümkündür.
Buna göre;
1. BİRİNCİ DÖNEM:
 Istılahların doğuş devresidir.
 Bu dönemde ıstılahlar zühd, mücahede, muhabbet, tevbe, hüzün, vera’ gibi temel
dinî kavramlar etrafında şekillenen kavramlardır.
 Asr-ı saadetten başlayıp 2. hicri asrın sonuna kadar devam eden zühd dönemidir.
2. İKİNCİ DÖNEM:
 Bu dönemde sade kavramlar felsefî bir boyut kazanmaya başlar.
 Sekr -sahv, fena-beka, cem’-fark- mükaşefe, ârif, temkîn gibi pek çok kavram bu
dönemde ortaya çıkmıştır.
 5. hicrî asrın sonuna kadar devam eden bu dönemde kavramları şekillendiren temel
kaynaklar Kuşeyrî’nin Risale, Hücviri’nin Keşfü’l- Mahcub, Serrac’ın el-Luma’
gibi temel kaynak eserlerdir.
3. ÜÇÜNCÜ DÖNEM:
 Vahdet-i vücud dönemi diyebileceğimiz, İbn Arabi’nin etrafında şekillenen
dönemdir.
 Burada vahdet-i vücud düşüncesine bağlı olarak vücûd,hazret, insan-ı kamil gibi
pek çok yeni kavram terminolojiye dahil olmuştur.
4. DÖRDÜNCÜ DÖNEM:
 Bu dönemin en önemli özelliği ise yeni tarikat ve görüşlerin ortaya çıkmasına
rağmen, yeni ıstılahların ortaya çıkmayıp tekrar edilmeye başlanmasıdır.
 Bununla birlikte bazı tarikatlar kendi ıstılahlarını oluşturma çabasına girişerek özel bir
terminoloji de oluşturmuşlardır.
TASAVVUF ÜNİTE 12 - TASAVVUF KAVRAMLARI
MAKAM-HAL-VAKT
2
 Müstakil olarak tasavvuf ıstılahatını ele alan eserler:
 Abdullah Herevi : Menazilü’s-Sâirîn
 Ruzbihan-ı baklî : Meşrebü’l-Ervâh
 Necmeddin Kübrâ : Usûlü’l-Aşere
 İbn Arabî : Mu’cemü ıstılahâti’s-Sûfiyye
 Fahreddin Irâkî : Istılahât-ı Ehli’t-Tasavvuf
 Abdürrezzak Kâşânî : Istılahâtü’s-Sûfiyye
 Seyyid Şerif Cürcanî : Ta’rîfât
 İsmail-i Ankaravî : Minhacü’l-Fukarâ
 Sarı Abdullah Efendi : Semerâtü’l-Fuâd
12.2. HAL – MAKAM
 Hal – Makam: Sufinin ulaşmış olduğu durumları ifade etmek üzere kullanılmaktadır.
 Hal, ilahi bir lütuf olarak sâlikin kalbine gelen his ve bunun ruh ve bedenine
yansımasıdır.
 Tasavvufta hal, tamamen kendi iradesi dışında yaşadığı manevi durumları ifade
etmek için kullanılır.
 Makam: Kulun tekrar ederek kazandığı ve vasıf haline gelen adab ve ahlaktır.
 Makamların ilki tevbe, sonuncusu rıza olarak kabul edilir.
 Hal geçici makam ise kalıcı dır.
 Hal ilahi bir vergi (mevahib), makam ise kulun gayreti sonucu elde edilmiş (mekasib)
dir.
 Haller güzel davranışların meyveleridirler.
 Tövbe hissi geçici olursa buna hal adı verilmiş, bu duygunun tekrarlanarak
devamlılık kazandığı zaman makam şekline dönüşeceği söylenmiştir.
 Sûfîler, hal sahibi olmanın önemini anlatmak için Hz. Peygamber'in sohbetlerinde
bulunan Hanzale b. Rebî’i örnek göstermişlerdir.
 Bir çeşit tasavvuf psikolojisi demek olan ilm-i hâl öneminden dolayı tasavvuf
ilmiyle aynı anlamda kullanılır.
 Sûfîler tasavvufa "ilm-i hâl" veya "ilm-i ahvâl",
şer ilimlere de "ilm-i kâl" demişlerdir.
Bu adlandırmanın sebebi tasavvufun ancak yaşanarak anlaşılabilmesi, sözle veya
yazıyla anlatma veya anlaşılma imkânı bulunmamasıdır.
 Hal, “Dilin beyan türlerinden arınması”dır. hal, sözün bittiği yerde başlar.
 Seyrü sülük : Hakk'a doğru yapılan manevî yolculuğun adıdır.
 Yeseviyye’de altılı tasnif benimsenmiştir.
 Tarikatın ahkâmı altıdır, şeyhliğin erkânı altıdır, tarikatın vacibleri altıdır, tarikatın
adabı altıdır.
 Serrac et-Tûsî, el-Luma’ adlı eserinde yedili tasnifi benimsemiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 12 - TASAVVUF KAVRAMLARI
MAKAM-HAL-VAKT
3
 Yaygın olan tasnife göre tasavvufî makamlar on tanedir ki buna usûl-i aşere adı
verilir. Bunlar:
1. Tevbe 2. Zühd 3. Tevekkül 4. Kanaat 5. Uzlet
6. Zikir 7. Teveccüh 8.Sabır 9. Murâkabe 10. Rızadır.
 “on” kelimesinin mükemmelliğe doğru gidişi ve gayeye tırmanışı delillendirdiği
düşünülmüştür.
 Bu usul-ü aşere tesbitini Gazzali yapmıştır.
 Abdullah Ensârî ise yüzlü bir tasnif geliştirmiştir
 Dört Kapı Kırk Makam ifadesi de başka bir tasnifi ifade eder.
 Burada Dört Kapı; Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat;
 Kırk Makam ise her bir kapıya ait onar makamı ihtiva etmektedir.
 Bu tasnifi Ebu Said Ebü’l-Hayr ve Hacı Bektaş-ı Veli’de görmekteyiz.
 Şeriata bağlılığı tam olmayan kimseye tarikat, marifet ve hakikat kapıları açılmaz.
 Kuşeyri’ye göre içinde bulunulan bir makamın bütün hükümleri gerçekleştirilmeden,
ondan sonraki bir makama göz dikmemek şarttır.
12.3. VAKT
 Genellikle vakti hal anlamında kullanan sûfîler geçmiş ve gelecek zamanla pek
ilgilenmezler.
 Çünkü onlara göre geçmişi ve geleceği düşünmek, içinde yaşanılan zamanı (hal)
zayi etmekten başka bir şey değildir
 En önemli ve değerli zaman vakit ve hal denilen şimdiki zamandır. Bu durum
tasavvufta, "Dem bu demdir dem bu dem" şeklinde de ifade edilir. Sûfî lbnü'lvakt"
tir.
12.4. TASAVVUF ISTILAHLARI
Tasavvuf kavramlarını genel olarak iki kategoriye ayırmak mümkündür:
1. Tahalluk Kavramları:
 Ahlak, ibadet ve manevi eğitimle ilgili kavramlardır.
 Bunlar arasında ibadet, takva, vera’, zikir, tevbe, murakabe, sıdk, ihlas, sabır,
tevekkül, şükür, rıza, fakr, zühd, istikamet sayılabilir.
2. Tasavvufî hayatı yaşayarak elde edilen derin manevî tecrübe ve bilgi birikimini
ifade eden kavramlardır.
Vecd, istiğrak, cezbe, aşk ve muhabbet, kabz ve bast, gaubet ve huzur, sekr ve
sahv, fena ve beka, cem’ ve fark, marifet, yakîn, keşf ve mükâşefe, tecellî gibi
kavramlar örnek verilebilir.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
1
TASAVVUF
ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI TASAVVUFÎ MESELELER
13.1.1. ZİKİR
 Zikir, unutmamak, hatırlamak, zihinde tutmak ve yâd etmek anlamlarına gelir.
 Kur’an-ı Kerim’de 256 yerde geçer ve “Allah’ı anmak” ve “O’nu unutmamak”,
“namaz” ve “Kur’an” gibi pek çok anlamda kullanılmıştır.
 Tasavvuf erbabı, âyet ve hadislerin ışığında “zikri” tarikatların “üssü’l-esâsı” kabul
etmişlerdir.
 Doğrudan zikri emreden âyetler; Allah’ı hiç unutmamayı ve hatırdan çıkarmamayı;
cehrî zikri emreden âyetler ise; kalbî olarak bu noktaya gelemeyenlerin dil ile
anmalarını emretmektedir.
 Toplu zikre genellikle semâ’, nısf-ı kıyâm, darb-ı esmâ, devrân, ve hatm-i hâce
gibi isimler verilir.
 Genellikle silsilesi Hz. Ebûbekir’e ulaşan tarikatlar “hafî” zikri;
Hz. Ali’ye ulaşanlar ise “cehrî” zikri tercih etmişlerdir.
13.1.2. MURÂKABE
 Tasavvuf ıstılahında kulun gönlüne ve iç dünyasındaki duygu ve düşüncelerine
Allah Teâlâ’nın muttalî olduğunu bilmesi ve bu sebeple kalbini zikr-i ilâhîden
alıkoyacak kötü düşüncelerden arıtmasıdır.
 Murakabe, kötülüklerden kalbini korumak için, kişinin nefsini kontrol altında
bulundurmasıdır.
 Allah Teâlâ’nın, her şeye kâdir olduğunu yakînen bilmek mânâsına da gelir.
 Murâkabe, diz çökmek, gözlerini kapayıp, diğer bütün şeyleri zihinden çıkarmakla,
Hakk’ın ilhamına vesîle olmaktır.
 Murâkabe, kalbî ve zihnî bir yoğunlaşmadır.
 Gönül ve kalpteki düşüncenin “Allah” zikri ve fikri üzerinde teksif edilmesidir.
 Cibril hadisinde geçen “ihsan” kavramı da “murâkabe”ye işaret sayılmıştır.
 Ebü’l-Abbâs Ca’fer; murâkabe, Hak Teâlâ’nın sana nazar etmekte olduğunu
düşünerek kalbine gelen her tür düşünceden korunmaktır, der.
 Gerçek murâkabe, Allah’ı görüyormuş gibi ibâdet etme (ihsân) alışkanlığını elde
etmeye çalışmaktır.
13.1.3. FAKR
 Fakr, ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu anlamına gelir.
 Tasavvufta kulun kendisinde bir varlık görmemesi, her şeyi Hakk’a irca etmesi,
şahsının, amelinin, halinin ve makāmının Allah’ın lütfu olduğunu kabul etmesidir.
 Fakr, dünyadan, topyekûn mâsivâdan hiçbir şeye gönülde yer vermeyerek, mâlik
olunan şeyleri Hakk’ın rızâsına sunmak ve O’nun yolunda harcamaktır.
 Fakirlik iki türlüdür:
1. Sûret fakirliği: Maddi anlamdaki fakirliktir.
2. Manevî fakirlik: Bu tür kimseler, sayısız mala mülke sahip olsalar da onlara gönül
bağlamazlar ve gerçek sahibini düşünürler.
 Mânevî fakirlik mala sahip olmamak değil, köle olmamaktır.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
2
 Gazzâlî (ö. 505/1111), İhyâu ulûmi’d-dîn adlı eserinde “fakr” kavramını beş
derecede inceler:
1. Zühd: Muhtaç olduğu mal kendisine verilse de bundan hoşlanmayan ve mal
biriktirmekten kaçınan kimselerin hali.
2. Rıza: Mala heves etmediği gibi, eline geçmesiyle sevinmeyen, geçmemesiyle de
üzülmeyen kişinin hali.
3. Kanaat: Kendisine malın varlığı, yokluğundan daha sevimli olan, fakat mala rağbet edip
peşinden koşmayan kimselerin hali.
4. Hırs: Mala rağbet ve sevgi duyduğu halde ihtiyaç duyduğu servetin peşinden koşmayışı
aczinden ötürü olan kimselerin hali.
5. Iztırar: Elde olmayan mala muhtaç olma hali. Ekmeği olmayan aç ve elbisesi
bulunmayan çıplak gibi.
 Gazzâlî’ye göre bunların ötesinde bir de “istiğnâ” denilen bir hal daha vardır ki o da
malın varlığı ile yokluğu kişinin gözünde eşit olmasıdır. Böyle bir fakirlik mal sahibi
olmaya engel değildir.
13.1.4. SOHBET
 Sohbet, duygu alışverişi olarak görülür.
13.1.5. MÜCAHEDE VE RİYÂZÂT
 Mücahede: İnsanın nefsinin kötü isteklerine karşı savaşmasıdır.
 Riyazet: Nefsin isteklerini asgariye indirerek ona zor gelen şeyleri yaptırmasıdır.
 Mücahede ve riyazetin üç temel esası vardır:
1. Kıllet-i Taâm: Sufiler töhmetli mesleklere pek iltifat etmemişlerdir. “Her mahalleye bir
kasap lazımdır ama o kasap sen olma” sözü buna örnektir.
 Sufiler açlığın kendi başına bir amaç olmadığını, manevi ilerlemenin bir aracı
olduğunu kabul ederler.
2. Kıllet-i Menâm: Yatub hayvan gibi tâ subh olunca Görünmez Hak nuru zâhid yatana
(Ali Akkirmânî)
3. Kıllet-i Kelâm: Burada esas, kişinin onu sadece hayır işlerde kullanması ve boş
sözlerden muhafaza etmesidir.
 Bütün bu uygulamalarla insanın dürtülerinin kontrol edilmesi amaçlanmıştır
13.1.6. CEZBE
 Tasavvufta Hakk'ın kulu kendine çekmesinden meydana gelen bir haldir.
 Cezbe, Allah'ın kula ihsanı olduğundan, kulun elinde değildir.
 Allah'ın, sevdiği kulu, kalbinden perdeyi kaldırıp, çalışma ve gayreti olmadan, yakîn
nuru ile kolayca manevî makamlara yükseltmesidir.
 Hakk'ın kulu kendine çekmesi cezbe, bu cezbeyle kulun Allah'a yönelmesi aşktır.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
3
 Sohbet, zikir ve semâ meclislerinde kalbinde meydana gelen varidata
dayanamayarak kendinden geçen, bağıran, gayr-ı ihtiyarî sıçrayıp nâra atan
kimselerin davranışlarına da cezbe adı verilmektedir.
 Yukarıda anlatılan asıl cezbe ile, Türk Halk Tasavvufu'nda, "vecdin dışa
yansıması" anlamındaki cezbe, birbirinden farklıdır.
 İlk sûfîlerden itibaren mutasavvıflar, sayha atmak, bağırıp çağırmak anlamındaki
cezbeyi muteber saymazlar.
13.1.7. FENA VE BEKA
 Fena, yokluk, hiçlik ve geçici olmaktır.
 Beka ise kalıcı ve daimî olmaktır.
 Fena, kötü sıfatların zail olması, beka da iyi sıfatların kalmasıdır.
 Fena, kulun fâiliyet şuurunu kaybetmesi, "abd"in yerine fail olarak Allah'ın
geçmesidir.
 Fenanın en yüksek derecesi "Fena ani'l-fenâ" dır
 Fena ve beka kavramlarını en yaygın biçimde kullananın Ebû Saîd Harrâz olduğu
kabul edilir.
 Nitekim Harrâz fenayı "kalpten dünya ve âhiret lezzetlerinin gitmesi sadece
Cenâb-ı Hakk'ın rızasının yerleşmesi",
bekâyı da "Allah'tan başka her şeyin kalpten silinmesi" olarak tanımlamıştır.
 Tasavvufta fena kavramı, değişik açılardan belli tasniflere tâbi tutulmuştur.
1. Fenâ-yı zât: Bir kimsenin kendini yok kabul etmesi, kendinde varlık görmemesi,
hakikî varlığın Allah olduğunu düşünmesidir.
2. Fenâ-yı sıfat: İnsanın beşerî sıfatlardan sıyrılmasıdır.
3. Fenâ-yı ef’âl: Kulun fiil ve hareketlerinde adem-i şuurdur.
Bu sebepten tasavvuf kitaplarında fena, fakr kelimesiyle bir arada ve eşanlamlı olarak
kullanılmıştır.
 Fenanın bir de seyr u sülük sırasındaki eğitim sürecine göre sıralanan çeşitleri
vardır:
1. Fena fi'l-ihvan: Tarikatta ihvan ve kardeşlik sevgisini gönüle yerleştirip ihvanın arzu
ve isteklerini kendi arzu ve isteklerinin önünde tutmak, onlarla sevgiyle kaynaşmaktır.
2. Fena fi'ş-şeyh: Sâlikin şahsî irade ve arzularını şeyhinin arzu ve iradesinde yok
etmesi, kendi arzu ve iradesinin yerine şeyhinin arzu ve iradesini koymasıdır.
3. Fena fi'r-Rasûl: Sâlikin şeyhinde fenayı yaşadıktan sonra Hz. Peygamber'in
şahsında sevgi ve aşkla erimesi, onun şahsiyetinde fena bulmasıdır.
Rasûlullah'ın sıfat ve ahlâkını benimseyip onlarla bezenmesidir.
4. Fena fillah: Sâlikin kendi sıfat ve vasıflarından sıyrılıp Allah'ın sıfatlarıyla
bezenmesidir.
 Allah'ta fânî olmanın ardından Allah'ta bakî olma hali ortaya çıkar.
 Beka bir bakıma insanın kendisinin etrafındaki halkı ve eşyayı görmemesi halidir.
 Nefsinden fânî olan insan Hakk ile bakî olur. Allah'ta fenaya eren de yine O'nunla bakî
olur.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
4
13.1.8. SEKR VE SAHV
 Sekr, sarhoşluk ve kendinden geçme halidir.
 sahv ayık ve aklı başında olma halidir.
 Sekr, kuvvetli bir tecelli ile kulun kendinden geçip ruhî zevklere dalmasıdır.
 Sekr sâlikin cemâl tecellisini temaşası sırasında meydana gelir.
 Sekr halindeki sâlik bazan şer'î hükümlere aykırı sözler sarfedebilir.
 Bâyezid Bistâmî: Tasavvuf tarihinde sekr halini sahvdan üstün sayarak bir ekol
oluşturmuştur. Bu ekol "Tayfûriyye" adıyla anılır.
 Sekr halinde bulunan kişilerin söyledikleri ve bazan şer'î hükümlerle çatışan sözlere
"şathiyye" adı verilir.
 İlâhî aşk ve cemâl tecellisiyle sermest olan sûfîler, kendilerini Kur'an'da geçen
"şarâb-ı tahûr" ile gıdalanmış sayarlar.
 "Rabları onlara tertemiz bir şarap sunmaktadır."
 Vecde ermeğe çalışanın haline tevâcüd denildiği gibi, sekre ulaşmaya çalışanın
haline de "tesâkür" denilir.
 Sekrin zıddı olan sahv, manevî sarhoşluktan ayılmak anlamına geldiği gibi, böyle bir
sarhoşluğa düşmeden daima ayık olmak, temkin, huzur ve şuur halinde
bulunmaktır.
 Tasavvuf tarihinde "sekr ve cezbe" ağırlıklı anlayışın temsilcisi Bâyezid olduğu gibi;
Cüneyd Bağdadî sahv, temkin ve huzur halinin temsilcisi sayılmıştır
13.1.9. MA'RİFET VE İRFAN
 Ma'rifet; tanımak, aşinalık ve bilgi demektir.
 Kaynağı da kalp, ruh, sırr, ilham ve keşf dir.
 Zahirî ilim sahiplerine âlim,
 Bâtını, kalbî bilgi ve ma'rifet sahibi bulunanlara arif denilir.
 İlim daha genel, ma'rifet ise özeldir.
 Ma'rifet, ilham suretiyle Allah, Allah'ın sıfatları, fiilleri, gayb âlemi hakkında elde
edilen bilgidir.
 Bu tür bilgilerin sahiplerine "ârif-billah" (Allah'la bilen) denilmesi, bilgilerinin
Hakk'tan gelmesindendir.
 Kul, nefsine ve çevresine yabancılaştığı ölçüde Hakk'a aşinalık (ma'rifet) kazanır.
 Ma'rifet ve irfan genellikle eş anlamlı olarak kullanılır.
 Ârif, manevi tecrübeyle marifet ve hakikat mertebesine ulaşan sufidir.
 Tasavvufta Allah’a dair olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların
mahiyetlerine dair bilgiye marifet denilmiş ve ârif ile âlim arasında ayırım yapılmıştır.
Âlim, bilen ârif ide anlayandır
 Âriflerin nihai noktada konuşmaktan çok susmayı tercik etmelerinin sebebi, onların
bilgilerinin eksik ve kusurlu olduğunu görmelerindendir.
 Buna göre ârif, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarıyla kendisinden tecelli ettiği insan-ı
kamildir.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
5
13.2. TASAVVUFÎ MESELELER
13.2.1. İSTİMDÂD
 Yardım istemek demektir.
 Peygamber ve velilere sığınıp herhangi bir dileğin gerçekleşmesi için onlardan yardım
dilemektir.
 “Medet Ya Abdülkadir” gibi ifadeler bu şahıslara duyulan manevi sevginin bir
ifadesidir.
 İstimdad, insanın tabiatında bulunan sığınma duygusunun bir tezahürüdür.
 İstimdadı benimseyenler tarafından ileri sürülen başlıca deliller şunlardır:
 İstimdâd "Allah nezdinde değerli bir kul olan velînin şefaatçi olması" anlamına
gelmektedir.
 Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber'in haklarında İstiğfarda bulunduğu kimselerin
affedileceği bildirilmiştir (Nisa, 4/64) istimdâd da buna benzemektedir.
 Duaların her konuda etkili olduğu âlimlerce kabul edilen bir husustur.
Velîlerden yardım istemek onların Allah nezdinde makbul olan dualarını talep
etmek demektir.
 Hz. Ömer'in yağmur duasına çıkarken Hz. Abbas'ı yanına alıp onun yüzü suyu
hürmetine Allah'tan yağmur dilemesi de delil olarak gösterilmiştir
 İstimdadın ölü veya diriden olması, onlara bir varlık izafe etmemek şartıyla mümkün
görülmüştür. Fahreddin Razi de bu kanaattedir.
 “İşlerinizde şaşkınlığa düştüğünüzde kabir ehlinden yardım isteyin” hadisi delil
olarak kullanılır.
İnsan dünya işine dalmaktan şaşkına dönünce, kabir ehlinin halini, ölüm ötesini
düşünerek kendini toparlamak ve onların halinden kendi haline yardım umarak
gönlünü Allah’a bağlamak durumundadır.
 Kelâm âlimleri genellikle sûfîlerin istimdadla ilgili görüşlerine temas etmemiş,
fıkıhçıların çoğu ise bunun mekruh olduğunu söylemekle yetinmiştir.
Bu konuda süflileri en çok eleştirenler hadisçilerle Hanbelî fakihleridir.
 Dua ile istimdad farklı şeyler olup duanın istimdadla özdeşleştirilmesi söz konusu
değildir.
 İstimdad konusunda sûfîlerin görüşünü ağır bir şekilde eleştiren Takıyyüddin İbn
 Teymiyye pek çok eserinde bu meseleyi ele almış, Kaide Celile fi’t-Tevessül ve'l-
Vesîle ve el-İstiğâse adıyla iki risale kaleme almıştır.
 İbn Teymiyye peygamberlerden bile istimdada bulunmanın tasvip edilemeyeceğini
ve, "Bazı işlerinizde kararsızlık içinde bulunursanız ölülerden yardım isteyiniz"
şeklindeki sözün hadis olmadığını belirtir.
13.2.2. TEVESSÜL
 Bir şeyi veya bir şahsı aracı kılmak, şefaatçı ya da vesile edinmektir.
 Ya Rabbi, kuraklık içinde kalınca Peygamber ile sana tevessül ediyorduk. Bize
yağmur verirdin. Şimdi de O’nun amcası ile tevessül ediyoruz. Bizi suya kavuştur”
hadisi meşhurdur.
 Tevessül ibadetlerle ve amellerle olur veya Hz. Peygamber, veli ve Salih kişileri vesile
kılarak olur.
 Tevessülde öncelikli hedef Allah’ın rızasına ulaşmaktır.
 Tevessül anlayışında ibadet ve taatin çokluğu cennete girme sebebi değildir.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
6
13.2.3. RABITA
 Müridin, şeyhine gönlünü bağlaması anlamına gelen tasavvuf terimidir.
 Kaynaklarda rabıtanın sadece tasavvufi eğitimin başlarında gerekli olduğu ifade edilir.
 19. yüzyıla kadar rabıta hakkında ciddi bir eleştiri yapılmış değildir.
 Bu devriden sonra rabıtanın bid’at hatta şirk olduğu ifade edilmiştir.
 Sufiler ise bu hadiseyi şeyh ile mürid arasında sevgi ve feyz alışverişine vasıta
olacak bir metod olarak algılamışlardır.
 Tasavvufta rabıtanın amacı “rabıta-i huzur”dur.
 Yani, sâlikin daima huzur-u ilahide bulunduğu duygusunu sağlamaktır.
 Her an Allah’ı görür gibi yaşamaktır
 Halvetiyye ve Kadiriye başta olmak üzere birçok tarikatta rabıta uygulanmaktadır.
13.2.4. KERAMET
 Kerem, lütuf, ihsan anlamlarına gelir.
 Mü’min bir kulda harikulade bir halin zuhur etmesine denir.
 Keramet, tıpkı mucize gibi tabiat kanunlarıyla açıklanamayan olağanüstü ve sıra dışı
bir olay olup mahiyeti itibariyle mucizeden farklı değildir; aralarındaki fark meydana
geliş şekliyle ilgilidir.
 Mucize peygamberlerden, keramet tam olarak ona bağlı olan velîlerden zuhur eder.
 Sûfîler kerameti Allah Teâlâ'nın velî kuluna bir ikramı ve lutfu olarak kabul etmişler.
 Kelâm âlimleri keramet meselesini mucize gibi itikadî bir konu şeklinde
değerlendirmişlerdir.
 Kerîm'de geçen keramet örnekleri:
 Kur'an'da adı belirtilmeyen bir zatın Sebe melikesinin tahtını bir anda Hz.
Süleyman'ın yanına getirmesi,
 Meryem'e Allah katından rızık getirmesi,
 Ashâb-ı Kehf in köpekleriyle birlikte bir mağarada uzun süre uyuyup kalmaları,
 Hızır ve Zülkarneyn olayları.
 İlk üç nesilden nakledilen kerametlerin çoğu zayıf rivayetlere dayanır.
 Mu'tezile mezhebinin kerameti kabul etmemesi konuyu kelâm ilminde tartışma
mevzuu haline getirmiştir.
 Selef ve Ehl-i sünnet, Mu'tezile'nin bu husustaki itirazlarını reddederek kerametin
İslâm'daki yerini vurgulamıştır.
 İmâm-ı Azam'ın el-Fıkhü'l-ekber adlı eserinde yer alan, "Evliyanın kerameti haktır"
ifadesi Hanefî fakihleri ve Mâtürîdî kelâmcıları tarafından tekrarlanmıştır.
 Kerametin bir amacı da nefsi eğitmek ve ıslah etmektir.
 Keramet olaylarına daha çok mutasavvıflar arasında rastlandığından tasavvuf
kitaplarında bu konu üzerinde geniş olarak durulmuştur.
 Sehl-i Tüsterî, kerameti ağlayan çocukları susturmak için verilen afyona benzetmiş,
 Cüneyd-i Bağdadî kerametin gönül ehli için bir perde olduğunu söylemiştir.
 Su üzerinde yürüyen, havada uçan bir zattan bahsedenlere Bâyezîd-i Bİstâmî.
"Lânetli şeytan da bir gecede maşrıktan mağribe gider, balık da suda yüzer, leş yiyen
kargalar da havada uçar" diyerek kerametlerin abartılmamasını istemiş, asıl
kerametin müminin Allah'ın emir ve yasakları karşısındaki itaat hali olduğunu
söylemiştir.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
7
 Mutasavvıflar; biri maddî, zahirî, kevnî, hissî ve sûrî;
diğeri manevî, bâtınî, ruhî ve hakikî olmak üzere kerametin iki türünden bahsetmiş,
birinci türden çok ikinci türe önem vermişlerdir.
 İbn Arabi’ye göre kerametler organların şer'î ve ahlâkî kurallara tam olarak
uymasının bir ödülüdür.
 Meselâ gözün haram şeylere bakmaması zahirî keramet,
bunun ödülü başkalarının göremediği manevî âlemdeki bazı şeyleri görmek şeklindeki
bâtınî keramettir.
 Midenin zahirî kerameti haram lokma yememek,
bu faziletin ödülü olan bâtınî kerameti az gıda ile çok kişiyi doyurmaktır.
13.2.5. SİLSİLE
 Bir tarikatta birbirine icazet veren şeyhlerin adlarını içeren listedir.
 Silsileyi oluşturan eserlere Silsile-name veya Tomar adı verilmiştir.
 Tasavvufta tarikat silsilesinin Hz. Peygamber ile başladığı kabul edilir.
 Bu münasebetle, Hz. Ali’den gelen silsileye Aleviyye,
Hz. Ebu Bekir’den gelen silsileye Sıddıkıyye/Bekriye adı verilir.
 Sufiler silsileyi bir tür manevi neseb saymışlardır.
 Tarikatlarda zikir esnasında silsilenin Hz. Peygamber’e kadar sayılması silsileye
verilen önemi gösterir.
 İlk 2 asırda tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerde bir rivayet zinciri zorunluluğu vardı.
 3. asırdan itibaren İslami ilimlerin yazılıp kayda geçmesinden sonra silsile
zorunluluğu zaman içerisinde terk edildi.
 Tasavvuf ricali ise, ilimlerinin bir gereği olarak silsile usulünü terk etmediler, hatta bu
silsile ananesini yazılı hale getirdiler.
13.2.6. İCAZET
 Tarikat şeyhleri ve tasavvuf büyükleri zaman içerisinde liyakati olmayan ve seyr u
süluk görmemiş kişilerin şeyhlik iddiasına kalkışmasını önlemek için icazet
zorunluluğu getirmişlerdir. Bu izni ifade eden yazılı belgeye icazetname adı verilir.
 Şeyhten icazet alan sâlik, “halife” sayılır ve tekke açmasına izin verilirdi.
 Hilafet icazetnameleri iki türlü olur.
1. Hilafet-i nâkısa: Birisi şeyhin hayatıyla sınırlı olmak üzere verilen hilafet-i
nâkısadır.
 Bu icazetin hükmü, şeyhin vefatıyla son bulur.
2. Hilafet-i Tâmme/Kâmile: şeyhinden sonra da müstakil hareket imkanı sağlayan
ve sahibinin seyr u sülukünü ikmal ettiğini gösteren vesikalardır.
Tasavvufta şeyh veya mürşid, fıkıhta müfti (fetva veren) konumdadır;
halife ise vaizdir.
13.2.7. RÜYA
 Sufiler rüyayı manevi eğitim esnasında bilgi kaynaklarından biri olarak görür ve
rüyalardan manevi işaret ve deliller çıkarırlar.
 Gazali, rüyanın keşfi ilmin bir parçası olduğunu, bu nedenle açıklanmasının doğru
olmadığını düşünmektedir.
 Kuşeyri’ye göre rüya bir çeşit keramettir.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
8
 Bir bilgi kaynağı olarak görülen rüyanın yorumlanması da ayrıca bir ilim olarak kabul
edilir.
 Tasavvuf edebiyatında Tabir-name, Tâbîrât-ı Vakıât, Rüya-name, Seyir-name,
Vâkıa-name gibi isimlerle anılan bir tür gelişmiştir.
 Bununla beraber, rüya bir sırrın ifşası olacağından Melamiler tarafından pek itibar
görmemiş, “rüyayı bırak, rü’yete bak” denilmiştir.
13.2.8. RİCÂLÜ’L-GAYB
 Âlemde tasarruf sahibi olduğu kabul edilen gizli ve aşikar tasavvuf topluluğuna verilen
addır.
 Gayb Erenleri, Üçler-Yediler-Kırıklar, Merdân-ı Hüdâ, Mestûrîn,Ahfiyâ gibi isimler
de verilir.
 Bu tabir, arzda ve semada Hak’tan başka kimsenin bilmediği veliler zümresini ifade
eder.
 Ricalü’l-Gaybın halleri gizli olduğu için yapıp ettikleri herkes tarafından anlaşılmaz.
 Maddi varlıkları itibarıyla insanlar arasında bulunsalar da manevi olarak sıradan
kişilerin idrak edemeyeceği fonksiyonlara sahiptirler.
 İlk sufilerde sistematik bir ricalü’l-gayb telakkisi olmasa da bu tabir geçmektedir.
Bu konuda Hakim Tirmizi ilk söz söyleyen sufilerdendir.
 Ricalü’l-Gayb telakkisine sufi olmayanlarca genelde mesafeli yaklaşılmış, bu
düşüncenin tasavvufta yer edinmesinde Şia’nın imamet anlayışının etkili olduğu
iddia edilmiştir.
13.2.9. VAHDET-İ VÜCUD
 Vahdet-i Vücudun hem Tanrı’yı içkin kabul eden Panteizm’den, hem de aşkın kabul
eden Teizm’den ayrıldığı görülür.
 Tasavvufta Varlık anlayışı, tevhid, vahdet-i vücud, vahdet, hakikat gibi çeşitli
adlarla anılsa da esas birdir.
 Sufilerin vahdet-i vücud adını verdikleri tevhid ilkesi şudur:
Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır. O’ndan başka “kaim binefsihi” bir vücud yoktur. Diğer
varlıklar bu varlığa göre yok hükmündedir
 İslam’ın tevhid inancını sufi mesleğinin metodlarına dayanarak Tanrı-Âlem
münasebetine uygulayan sufi İbn Arabi olmuştur.
 Onun yapmaya çalıştığı şey, keşf ve müşahedeye dayanan metafizik hadiseyi akıl ve
muhakeme ile izah etmeye, dil ile ifade etmeye çalışmaktır.
 Buna göre vahdet-i vücud, Allah’tan başka hiçbir varlık kabul etmeyen, bütün varlıkları
Mutlak Vücud’un isim ve sıfatlarının tezahürü, tecellisi sayarak hakiki varlığa nazaran
onların ezeli ve ebedi yokluğu ifade ettiğini keşf ve tecrübe yoluyla ortaya koyan tasavvufi
bir meslektir.
 İbn Arabi’ye göre Allah, bu alemi isimlerini ve sıfatlarını izhar için yaratmıştır.
 İbn Arabi, Allah’ın âlem ve eşya hakkındaki bu bilgisine “A’yân-ı Sabite” adını verir.
 “A’yân-ı Sabite”, Eşyanın Allah’ın ilmindeki hakikatleridir.
 LAHUT ALEMİ: La Taayyün, Ehadiyyet:
 Mutlak Vücûd mertebesi dir.
 Bunun üzerinde başka bir mertebe yoktur.
 Bu makam salt vücûd mertebesi olup, buranın idraki mümkün değildir.
 Sufilerin Hakk’ın idrak edilemezliğinden bahsettikleri mertebe burasıdır.
 Burası sonsuzluk ve kayıtsızlık makamıdır.
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
9
 CEBERUT ALEMİ: Taayyün-ü Evvel, Hakikat-i Muhammediyye:
 Bu mertebe zuhur mertebelerinin ilki olmasından dolayı bu adla anılmış olup, ilahi
ilmin suretlerini ifade eder.
 Mutlak Zât’ın, bilinmeyi isteme arzusuyla isim ve sıfatlarıyla ilk tecellîsinin
gerçekleştiği mertebedir.
 MELEKUT ALEMİ: Taayyün-ü Sani, Alem-i Misal, Sidre-i Münteha:
 Bu mertebe ilahi hüviyet ile maddî âlem arasında bulunmaktadır.
 Burada eşyâ bilkuvve mevcûd olup, henüz suretten yoksundur.
 Bu alemde eşya, cisimler aleminde alacağı surete bürünür.
 Bu suretleri hayalimizde idrak edebildiğimiz için hayal alemi de diyebiliriz.
 Bu mertebede varlıklar proje halindeki varlıklardır.
 Onların henüz vücudları yoktur.
 Bu mertebeye A’yan-ı Sabite de denilir.
 NASUT ALEMİ: Şehadet Alemi, Alem-i Anasır:
 Bu mertebe Mutlak Zat’ın cüzlere ayrılabilen, bölünebilen, bitişebilen cisimlerin
suretleriyle zuhur ve tecellîleri mertebesidir. O nedenle bu mertebeye
“kevn ve fesâd âlemi” de denilmiştir.
 Alemin her an yeniden tecelliye muhatap olarak varlığa gelmesine “teceddüd-ü
emsâl” adı verilmektedir.
MERTEBE-İ CAMİA: İnsan-ı Kamil mertebesi:
 Burası ilk dört mertebeyi kendinde toplayan mertebe-i câmiadır.
 En hayırlı tecelli insandır.
 İnsan-ı Kâmil, önceki bütün âlemleri de kapsadığından kainatta bulunan her şeyin
insanda bir örneği vardır.
 Mutlak manada insan-ı kamil Hz. Muhammed’dir.
Ancak onun tarihî şahsiyeti değil, Âdem su ile toprak arasındayken var olan
Hakikat-i Muhammediyye’dir.
 Bu itibarla insan-ı kâmil varlığın gayesi olup, ilahi irade onun vasıtasıyla tahakkuk
etmiştir.
 Vahdet-i Vücud düşüncesi ile alakalı olarak sufiler;
 “Öldürdüğünüz zaman siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın,
Allah attı” (Enfal, 17).
 “Sana biat edenler aslında Allah’a biat etmişlerdir” (Fetih, 10)
 “O’nun vechi müstesna her şey helak olucudur” (Kasas, 88)
 “Yüzünüzü nereye çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır” (Bakara, 115)
 “Her şey fanidir. Sadece O’nun vechi bakidir” (Rahman, 63)
 “Evvel Odur, Ahir Odur, Zahir Odur, Batın Odur” (Hadid, 3)
ayetlerinin delil olarak görürler.
 VAHDET-İ ŞUHÛD: Vahdet-i Vücud’un yanı sırabir varlık anlayışı ortaya koyan ve
çoğu defa her ikisi arasında bir fark bulunmadığı ifade edilen vahdet-i şuhûd
İmam Rabbani tarafından sistemleştirilmiştir
TASAVVUF ÜNİTE 13 - TASAVVUF KAVRAMLARI
TASAVVUFÎ MESELELER
10
13.2.10. İNSAN-I KÂMİL
 Allah’ın zat, sıfât ve esmâsı ile en mükemmel şekilde kendisine tecellî ettiği yetkin
insandır.
 İnsanı bir ayna olarak gören sufiler, insanın “halîfe” olarak nitelendirilmesini bu
çerçevede değerlendirmişler
 İnsan-ı Kâmil fikrinin sistemleştiricisi olan İbn Arabi’ye göre âlem insan yaratılmadan
önce ruhsuzdu. Tıpkı cilası vurulmamış ayna gibiydi. Âdem bu cilasız aynanın cilası
gibidir.
 Mutlak manada insan-ı kamil Hz. Muhammed’dir. Ancak onun tarihî şahsiyeti değil,
Âdem su ile toprak arasındayken var olan Hakikat-i Muhammediyye’dir,felsefenin
diliyle Logos’tur.
 Bu itibarla insan-ı kâmil varlığın gayesi olup, ilahi irade onun vasıtasıyla tahakkuk
etmiştir.
 İnsan üç çeşit olarak kabul edilir:
1. İnsan-ı Hayvan: Tevhide ulaşamayanlar
2. İnsan-ı Nâkıs : Tevhid-i ef’al ve sıfatı gerçekleştirip tevhid-i zata ulaşamayanlar
3. İnsan-ı Kamil : Tevhid-i zata vasıl olanlar.
 Abdülkerim el-Cilî: Tasavvufî sistemini insan-i kâmil olgusu üzerinde kurmuştur.
 insan-i kâmil, sufî tecrübe yoluyla epistemolojik yetkinliğe ulaşmış insan demektir.
 Mevlana Celaleddin insan-ı kâmili ney’e benzetir ve Mesnevi’nin ilk 18 beytinde
insan-ı kamili yani ney’i anlatır.
 İnsan-i kâmilin vücudu da “ney”e benzer. “Ney”in yedi deliği, insanın yedi azay-ı
zahirisine işarettir ki, beşerin fiilleri bu uzuvlardan sadır olur.
 İnsan-ı kâmil; kamışlıktan kesilip neyzenin üflemesine ve güzel nağmeler
çıkarmasına uygun bir “ney”e benzer.
 İnsan-ı nakıs ise, her ne kadar kamışlıktan kesilmiş ise de, tesviye edilmemiş ve
içinin doluluğundan dolayı güzel nağmeler ve sedalar çıkarmasına müsait olmayan
“ney”e benzer.
 İnsan-ı Kâmil, sufilere göre yetkin insan, olgun insan demektir
 İnsan-ı Kamil adlı bir eseri bulunan Azizüddin Nesefi’ye göre insan-ı kamil, “iyi söz,
iyi hareket, iyi ahlak ve iyi bilgide tam olandır.” “Yüzlerine bakıldığında Allah’ın
hatırlandığı kişilerdir.”
Sureta insanız amma âlem-i kübrâ biziz
Vâkıf-ı sırr-ı rumûz-ı alleme’l- esmâ biziz Dede Sabir Parsa
 Mevlana Celaleddin, “Müminin firasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuruyla
bakar” hadisini de insan-ı kamil ile alakalı olarak görür.
 O halde insan-ı kamil, eşyanın künhüne, özüne vâkıf olan kişi olarak anlaşılabilir.
 İnsan-ı kâmil telakkisi, tasavvufta ideal, örnek insan anlayışının adıdır.
 insan-ı kamil; Manevi eğitimini tamamlamış, nefsini dizginlemiş, topluma örnek
olacak vasıfta, halvet der encümen olan, sosyal hayatın içerisinde bulunan kişidir.
 Başka bir ifadeyle topluma yön veren, belirli bir duruşu olan, topluma yön veren
kişidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder